29 Ağustos 2013

Abderrahmane Sissako Röportajı

Film çektiğiniz için mutlu musunuz ya da anlaşılmak için film çekmek zorunda olduğunuzdan dolayı bir üzüntü hissediyor musunuz?

İster istemez mutluyum. Ama mutluyum demekten çekiniyorum. Bu başka bir şey çünkü. Film çektiğim için memnunum diyebilirim. Bir çeşit sözü yerine getirme gibi. Bir gerçek olsa da adaletsiz bir durumu daha çok metaforik bir dille anlatmayı, ona dikkat çekmeyi seviyorum. Bunu yaptığınızda, işlediğinizde bir memnuniyet duyabiliyorsunuz.

Kendinizi ifade etmek için neden sinemayı seçtiniz?

Filmlerimde bir dava şeklinde anlatılan; gerçek bir sorgulama güdüsü, birtakım hususları hakkaniyetle, olduğu gibi anlatma ve çözüme kavuşturma esasında. Davayla belli şeyleri anlatabilmek için siyasi bir bilincin ve siyasi bir ihtiyacın olması gerektiğini söylüyorum. Oyuncu ya da yönetmenseniz, yapmanız gereken ilk şey başkalarıyla iletişim içinde olmanızdır. Böylelikle, insanları onların bakış açılarını değiştirmeden ama onlara bir fikir katarak kendinize doğru çekebilirsiniz.

Ben bu toplumda yaşıyorum. Ama bu toplumun dışındayım. Avrupa’da adaletsizlik sadece ekonomik ve siyasi cephede yok; insanların mevcut hâle baktığında da pek adil olduğunu düşünmüyorum. Avrupa öyle ya da böyle küçülüyor. Hâliyle kendini beğenmişlik, üstünlük duygusu ortaya çıkıyor. Ben bunu yaşadım, yaşıyorum. Bundan dolayı da en azından gerçek olan bir bilincin varlığını gösterme niyetindeyim. Başınıza gelen bir şey önemlidir, başkalarına ne yaşadığınızı bilen insanlar olduğunuzu anlatmak da.

Bu mücadelede Mali’nin bir yeri olduğunu düşünüyor musunuz?

Özel bir nedeni olduğunu diyemem. Mali’nin şu avantajı var; daha çok bir kıta ülkesi, ulus devlet olma özelliğine sahip. İnsanları yoksulluğa rağmen huzur içinde yaşamaya çalışıyor. Zaman zaman ülkenin kuzeyiyle bir uyuşmazlık yaşansa da bu sorunlar barış içinde çözülüyor. Bu, ülkeyi ayakta tutan bir şey. Mali son on iki yıl boyunca bir demokrasi testinden geçti, bir anlamda başarılı oldu. Ne yazık ki, bu durum insanların yaşamlarını çok değiştirmedi. Ama istikrarlı demokrasi anlayışı -hayal de olsa- bir dava bilincini ortaya koydu.

Sinemayı araçsal bir unsur olarak kullanıyorsunuz. Bu isteğinizden biraz konuşalım.

Sinema aynı zamanda bir şeyleri örtmek, gizlemektir. Böyle yaptığımı düşünsem hemen bunun açığa kavuşmasını sağlardım. Zira somut delillerden doğan bir veri var önümüzde. Benim için, yaşananlara tanıklık eden bir sivil toplumu göstermek önemli. Bu da çekilecek filmin esas noktasını oluşturuyor.

Teknik olarak kamera olmasaydı mahkemede bir sanık kürsüsünde davanın şahitliğinde bulunmanın nasıl bir duygu olduğunu bilemeyeceğimizi düşünüyorum. Kurgu gerek avukat gerekse hâkimleri oynayacak oyuncular açısından farklı bir kadroya ihtiyaç doğuruyor. Bunun yeterince karmaşık ve gerçeğe çok da uygun olmadığını düşündüğümden beri normal hayatta avukat ve hâkim olan kişileri tercih ediyorum. Böylelikle teknik bir detayı yerinde kullanmış olabiliyorum.

Kurgu, bilhassa avukatların savunmalarında, oldukça karmaşık değil mi?

Sahnenin kurguya biraz daha kolaylık sağladığını düşünüyorum. Kamera açıları farklıydı, mahkemedeydim, aynı zamanda mahkeme heyetinin karşısında sanık kürsüsünde. O anları birkaç şekilde yönetebilirdim. Mahkeme salonundan çıkabilir, dışarıda koltukta oturabilirdim. Bu imkânım vardı. Kaldı ki bu sekanslar daha sonra da çekilebilirdi.

Bamako’nun söz üzerine bir film olduğunu söyleyebilir misiniz?

Bamako’nun sözün bütün anlamını yansıtan bir film olduğunu söyleyebilirim. Daha doğrusu sözlü bir kültüre ait. Ben böyle bir kültürde doğdum. Ama ne yazık ki daha çok yazı kültürüne dayanan batı tarafından hor görülebiliyor. Yazı kültürü güçlüdür, derindir, iz bırakırsınız, ondan etkilenirsiniz. Ama sözlü kültür de farklıdır, o da güçlüdür, izler bırakır. Henüz söylenmeyen şeyler vardır. Ben hep bunun bilincine sahiptim. Çünkü bir anda, kalpten ve içten gelen şeyler bunlar. Sanık kürsüsüne çağrıldığınızda –oyuncu olmadığınızı varsayalım- doğruları söylersiniz, yalan söylemeniz neredeyse imkânsızdır. Sessizliğinizden çıkacak bir şey insanları şaşırtabilir. Avukatlar için bunun metnin bulgularına ve düşüncelerine yön verdiğini düşünüyorum. Ki ben böyle bir şeyi yazamam. Kimseye kalkıp da “işte bunun söylediği bu, seni kışkırtan şey şu, işte senin söylemen gereken kelimeler bunlar” diyemem. Her avukatın, her hâkimin bir duyguya, gerçeklik bulgusuna yön veren bir yol içerisinde olduğunu söyleyebilirim.

Filminiz çıkış noktanızla örtüşüyor mu?

Evet. Bir filme bakışım -ki ben bu işi yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim- onun eksik bir eylem olduğu yönünde. Sinema ve genel bir oluşturma biçimi belirli bir tamamlanma üzerine inşa edilmiyor, çünkü başka bir zamanda ya da final bölümünü incelediğinizde diyelim, düşündüğünüz ve istediğiniz şey gözünüzde gerçeğe uygun olarak tekrardan canlanabiliyor. Çünkü bir duygu var, farklı şeyler algılanıyor ve karşınızda bu sefer tek başına bir gerçeklik ayakta duruyor. Bana göre bu başkasının yüzüne vurulmayan bir sinema. Çağrıda bulunan bir sinema. Sinema eğer bir başkasının özgürlüğüne çağırıyorsa sinemadır. Çünkü bir film çeken de bir kitap yazan da o filmi izleyen ya da o kitabı okuyandır aynı zamanda; yani eşitlik. Film izlemek, onu yorumlamak ayrı bir oluşturma ve düşünce eylemidir.

Neye eğildiysem o anlatıldı. Bir başka deyişle, neredeyse hiç söz hakkı verilmeyenlere bir söz hakkı tanıdım, insanın kutsal bir varlık olduğunu hatırlattım. Kıta Afrikası’nda olanlar ortada. Yoksulluğa, sefalete rağmen insanlar yıllarca adaleti ayakta dik durarak istedi. Bakınız, söz barışçıl bir eylemdir. Onunla içinizi düzeltirsiniz. Karşımızda duranlara son çağrılardan biriydi tüm bunlar. Karşımızdalar çünkü güçlüler, çünkü zenginler. Çünkü zengin olmak için başkalarını soyup soğana çevirdiler.

Bu bilincin üzerinde sıklıkla durulması gerektiğine inanıyorum. İnsanların bir kısmı güçlü, kurnaz ve onur kırıcı. Daha güçlü ve daha zengin olmak için yok ediyorlar. Bugün geldiğimiz nokta, çarktaki son aşama. Belki her nesil bunun farkında. Benim anlatmaya çalıştığım bir döngüyü yaşadığımız; herkesin birtakım hassasiyetleri göz önünde bulundurması, yarının dünyasını zarara uğratmadan biraz daha adil kılabilmesi için bugün neler yapması gerektiğini kendisine sormasıdır. Bu önemli, çünkü siyasetçiler bununla ilgilenmiyor. Siyasetin gedikleri kapatabileceği bir noktaya gelmeliyiz. Sanırım, bunun için ellerinde yeterince imkânları var.

Diğer yönetmenlerin yolunuzu izlediklerini düşünüyor musunuz? Kendinizi gözden geçirdiğiniz oluyor mu?

Film çekerken, kendimi bir öncü ya da sözcü olarak görmüyorum. Film belki de bu şekilde ortaya çıkıyor. Başkalarına Bamako gibi film çekmelerini söylemek için kendimi hâlâ yetersiz buluyorum. Bunun olması gerektiğine de inanmıyorum. Buna karşılık bir filmin daha çok bilgilendirmesi, filmin ötesinde diğer iletişim araçlarının hizmet etmesi –iletişim araçları önceden de hizmet ediyordu, belki de sinemanın bu soruyu kendi tekeline alması- önemli. Ama bu filmde olan hiçbir şey yeni değil. Her şey yazarlar, gazeteciler, ekonomistler tarafından yazıldı, çizildi. Şayet duyarlı insanlar çıkıp aşılması gereken bir savaş var ve her şeyi yapalım derse, ancak o zaman bütün bunların mutlu bir seyircisi olabileceğimi düşünüyorum.

Söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?

Bu filmde ortak bir sorumluluğun altını çizdiysem; kendimizden, sorumluluklarımızdan az bahsetmişimdir. Gündeme çok düşmedi. Ama çok da gündem olmasını istemedim. Zira, kat etmem gereken başka yollarım var.

Fransızcadan çeviren: Ali Hasar

2011–2024 idea, schola, zâhir âlem