1 Ocak 2014

Majid Majidi Röportajı

İranlı yönetmen Majid Majidi’nin Baran filmi Fransız sinemaseverlerle buluştu. İran’daki Afgan mültecilerin konu edildiği film, bölgedeki mevcut politikaların tansiyonunu ölçmesi açısından kayda değer bir yapım olma özelliğini koruyor.

Majid Majidi, Cannes’a davet edilen yönetmenler arasındaydı. Geriye dönüp baktığımızda, Majidi’nin ilk uzun metrajlı filmi Bedük, 1992’de ülkemizde seyircilerle buluşmuş, ama pek ilgi görmemişti. Majidi’nin filmleri Fransa’da sürekli olarak geç vizyona girdi ya da gösterim tarihi konusunda muhtelif ihtilaflar yaşandı. 1996’da Saint-Sébastien’de Jüri Özel Ödülü alan Peder, üç yıl sonra sinemalarda yerini aldı. Aynı durum Beççeha-yı Asuman, Reng-i Hoda, Baran için de yaşandı. Halbuki bu üç film 1997, 1999, 2001’de Montreal Film Festivali’nde büyük ödüller kazanmıştı.

Majid Majidi filmleri Kuzey Amerika’da başarı sağladığı gibi Majidi’nin kendi ülkesinde de üst sıralara yükselmişti. Majidi’nin Avrupa’da kabul görülmesi için oldukça az bir çaba sarf ediliyor. Baran’ın gizemli çekiciliği umuyoruz ki bu algıyı bir nebze de olsa ortadan kaldırır.

Filmlerinizden hareketle, Fransa’da İran Sineması’na olan ilgi eksikliğini neyle açıklayabilirsiniz?

Her şey filmleri satın alan ülkelere bağlı. Benim ilk üç filmim Bedük, Peder ve Beççeha-yı Asuman Fransa’daki şirketlerce satın alınmıştı, ama neden birkaç yıl sonra vizyona soktular, bilmiyorum. Baran’daysa Films sans Frontieres ile daha çok maddi açıdan bir münasebet yaşanmıştı. Ve bu, iki yıl kadar sürdü. Üzülmüştüm, çünkü Baran 11 Eylül 2001’den önce İran’da vizyona girmişti.

Baran’ın alt metninde, Afgan mültecilere az çok alışan İranlılar ile açık ve anlayışlı gibi gözükmeyen hükümet arasında bir uyuşmazlık yer alıyor. Bu aynı zamanda şuanda İran’daki mevcut tartışmaların da gündemini oluşturmuyor mu?

Elbette. Çünkü sefalet içinde yaşayan dört milyon mültecinin olduğu bir ülkede bu bir karmaşa ve güvensizlik duygusunu ortaya çıkarıyor. Kalbimin bir köşesindeydi, bu Afgan mültecilerin zorluklar içinde hayata tutunduklarını  ve büyük bir vekarla ayakta durduklarını gösteren bir film çekme niyetim vardı. Baran’ı da bu mazlum insanlara karşı oluşan önyargıları yıkmak için çektim.

Her ne kadar bir sınıf savaşı olsa da –Afganlar işçi sınıfının ve bazı İranlıların altında yer alıyor- İranlılarla Afgan mülteciler arasında bir kardeşlik bağı var.

Kültürlerimiz ve dillerimiz birbirine yakın. Aynı toprakların insanlarıyız. Herat’a gitmiştim, iki yüz yıl öncesi aklıma geldi. Duvarlara ve Farsça eski şiirlere baktığımda bir duruluk ve arınmışlık hissettim. Atalarımız buralarda yaşamışlardı, biliyordum. Bahsettiğimiz güvensizlik duygusu ve uyuşmazlık bütün göçleri kapsıyor. Şunu iyi bilmek gerekir ki Afganistan uyuşturucu imal eden bir ülke ve bu durum İran’da insanları bilhassa eroine bağımlılıklarını arttırabiliyor. İranlılar bunun Afgan göçüyle ilişkisi olduğunu düşünüyor. İran’da bir doz eroinin bir paket sigaradan daha ucuz olduğu dönemler oldu. Afganistan’da afyon marketlerde satılabiliyor. Çok iyi hatırlıyorum, bir satıcıya bir gram afyonun fiyatını sormuştum. Gülmüştü, çünkü kiloyla satılıyor demişti. 7 kilo afyon nereden baksanız 200.000 toman, yani 200 euro. Bir İranlının en düşük aylık geliri. Fiyatlar, İran’a ya da Tahran’a gittiğinizde artıyor. Afganistan, Avrupa ve ABD için dönen bir topaç gibi. Afganlar bu ticareti yaşamak için yapıyor, Batı’ysa bir kene gibi kanlarını emiyor. Bugün kullanılan silahlar bile uyuşturucudan daha az zarar veriyor. Böyle bir yıkıma karşıysa hiçbir önlem alınamıyor.

Baran’da İranlı genç çocuk, küçük Afgan çocuğunu saçını tararken görüyor ve  onun küçük bir Afgan kızı olduğunu fark ediyor. Bir anda bütün önyargıları gidiyor. Bana göre, bu sahnede bir saflık ve de masumiyet yatıyor.

Saflık, içimizdeki bütün duygularda: aşkta, içimize attığımız ama asla gizleyemediğimiz adanmışlıkta. Bu kültürel bir olgu aynı zamanda gizemli; geleneksel şiirimizde, Hafiz’de de yer alıyor. Bize her şeyi sunan bir tılsım, bir mana.

Küçük bir Afgan kızın erkek çocuk kılığına girip çalışması ve kazandığı parayı ailesine vermesi Afgan yönetmen Siddiq Barmak’ın Osama’sında da var. Bu durum, bu coğrafyaya özgü gündelik bir hadise mi?

Sanırım bu daha çok küçük Afgan kızın kendi düşüncesi. Onunla bir kampta tanışmıştım, babası çalışamıyordu. Ona ne yapacağını sorduğumda, çalışmak için erkek kılığına gireceğini söylemişti. Bu durum gayet normal gibi, çünkü onun aklına ilk gelen düşünce buydu.

Filminizin arka planındaki yağmurun sembolik bir anlamı var mı? Küçük kızın tinsel varlığına işaret ediyor olabilir mi?

Filmim iki kısımdan oluşuyor: birincisi gerçekçi; sosyal sorunlarla - ikincisi manevi; aşk cihetiyle. Kızın ismi, Baran. Baran, yağmur demek. Erkeğin ismi, Latif. Latif, sunmak demek. Latif, yağmurla olur. Baran’sa, beklemekle. Yağmur, toprak için bir bereket ve rahmettir. Baran’da İran Şiiri’nden gelen anlatılar var. Filmimi hangi ülkede temsil etsem, halkımı yansıttığımı belirtmek isterim.

Fransızcadan çeviren: Ali Hasar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder