1992
Cannes Film Festivali’nde üçüncü filminiz Ayva Ağacının Güneşi ile Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştınız. Bu noktaya
gelmenizi sağlayan neydi?
Bilmiyorum, ilk kez
Jüri Özel Ödülü alıyorum. Sanırım, bu oldukça güzel.
Filmlerinizde genel olarak çocukluk teması hakim. Siz nasıl bir çocuktunuz?
Aslında tema olarak
biraz uzak. Çocukluğu biraz kaybettim diyebilirim. La morte rouge adında sinema deneyimimi anlatan bir film çekmiştim. Üçüncü tekil şahıs üzerineydi daha çok, çünkü oradaki çocuk benden
biraz uzaktı. Altı yaşındaydım. Benim için köklü bir deneyim, bir dışavurum,
şiddetin bir geçmişi olan başka bir film vardı.
Hangi
filmdi?
Bir Amerikan filmi: Roy
William Neill’in The Scarlet Claw’ı.
Sinema Tarihi açısından kayda değer bir film değildi ama benim çocukluğum için
manidardı.
Cannes
Film Festivali’ne dair hatırladığınız ilk şey nedir?
Cannes’a tecrübesiz bir
gazeteci olarak gitmiştim ilk kez. O zamanlar 20 yaşındaydım. Bu, benim için
büyük bir tecrübeydi. Robert Bresson, Luis Bunuel, Antonioni, Berlanga gibi
usta yönetmenler vardı. İlk filmim Arı
Kovanının Ruhu ile La Semaine de la Critique’e katılmıştım ayrıca. Benim
için Cannes, güzel karşılaşmaların olduğu önemli bir yer.
Ne
tür sinemayı seviyorsunuz?
Milli olmayan, evrensel
bir dili olan kaliteli sinemayı. Çocukluğumun sineması Kuzey Amerika
Sineması’ydı, çünkü bugün olduğu gibi o dönemlerde de müthiş bir Amerikan filmleri
furyası vardı. 1940’lı yılların filmlerini izlemeye gittim ilk olarak. John
Ford, Howard Hawks, Michael Curtis, Victor Fleming… kim olduklarını
bilmiyordum, oyuncular için gidiyordum, yönetmenler için değil. Bilirsiniz,
bunlar her zaman bir çocuğun tercihleridir. O dönemlerde, sinemayla tanışmak
halkın bildiği, gördüğü bir şeydi. Bugünse, çocuklar evlerinde, televizyonlarda
sinemayı görüyorlar, bu da böylelikle genelden ziyade daha özele inmiş oluyor. Sanırım
aradaki farkı oluşturan bu.
Bugün
usta yönetmenlerden biri olarak gösteriliyorsunuz, ayrıca birçok yönetmeni de
etkiliyorsunuz…
Belki İspanya’da. O da,
İç Savaşlarla dolu İspanya Tarihi’nden dolayı ortaya çıkan gerçek bir
sinematografi geleneği eksikliğinden. Bugün, Luis Bunuel gibi yurdundan sürgün
edilmiş bir büyük yönetmenin sinema hassasiyetine sahip olmamız gerektiğini
düşünüyorum.
40
yıla yaklaşan yönetmenlik geçmişinizde 3 film çektiniz. Filmlerinizin uzun
süren bir etkisi mi var?
Çektiğim filmlerde, her
zaman, benim asla oluşturmayı başaramadığım izler var. Bir filmi yazdığımda,
düşündüğümde, o tamamlanmasa da onun içinde kalan bir şeyler oluyor. Bu küçük
ve başarısız deneyimi, tamamladığım filmde görebilirsiniz.
Neden
bazı filmlerinizi tamamlayamadınız?
Maddi açıdan. Sinema,
biraz para meselesidir. Şöyle, benim yapımcılarım her zaman kendi yatırımlarını
bir araya getirmişlerdir. Benim için bu önemli.
Tam olarak bilmiyorum.
Belki, hayatımın çoğunu adadığım bir şey olduğundan, sadece bu da değil,
seyirci olarak film çektiğimden belki. Belki de, seyirci tecrübem yönetmen
tecrübemden daha önemlidir.
Film
çekmediğinizde ne yapıyorsunuz?
Sinema üzerine yazılar
yazıyorum. Yönetmen olmadan önce sinema yazıları yazmaya başlamıştım. Sinema
atölyelerine gidiyorum, gençlerle tanışmayı, onlara tecrübelerimi anlatmayı
seviyorum. Ne var ki, İspanyol gençlerin gerçek bir sinema kültürü yok. Sinema,
eğitim sistemiyle iç içe geçmemiş. Fransa gibi değil.
Projeleriniz
var mı?
Bir yıldır bir ressam
gibi kısa filmler çekiyorum, bunu sevdiğimi söylemeliyim. Hatıra ve Düş adını verdiğim dokümanter bir seri. Üçünü çektim,
10’a ulaştığımda yayınlamayı düşünüyorum. Bunlar seyahatlerimden yararlandığım
dünya üzerine kurulu küçük anlatılar. Kim bilir, belki burada, Cannes’da da bir
şeyler çekebilirim.
Bu
kısa filmler ne kadar sürüyor?
Değişiyor. Kimi 5, kimi
20 dakika. Sinema süresi, sinemanın geneli üzerine de bir düşünce diyebilirim
bunlar için. Kendimin kamera başında olduğu ve bir ses mühendisiyle çalıştığım
zanaatkar filmler aynı zamanda. Bu bağlamda; Roberto Rossellini’nin düşüncesini
benimsiyorum: İçimiz ne denli yoksul
olursa, özgürlüğümüz de o denli zengin olur. Özgürlük bir bakıma arınma
sorunudur. Şunu da söylemeliyim ki klasik bir film çekmeyi de severim. Ama
sanırım, bunun için biraz bekleyeceksiniz. (Gülüşmeler)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder