19 Ocak 2013

Victor Erice Röportajı

1992 Cannes Film Festivali’nde üçüncü filminiz Ayva Ağacının Güneşi ile Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştınız. Bu noktaya gelmenizi sağlayan neydi?

Bilmiyorum, ilk kez Jüri Özel Ödülü alıyorum. Sanırım, bu oldukça güzel.

Filmlerinizde genel olarak çocukluk teması hakim. Siz nasıl bir çocuktunuz?

Aslında tema olarak biraz uzak. Çocukluğu biraz kaybettim diyebilirim. La morte rouge adında sinema deneyimimi anlatan bir film çekmiştim. Üçüncü tekil şahıs üzerineydi daha çok, çünkü oradaki çocuk benden biraz uzaktı. Altı yaşındaydım. Benim için köklü bir deneyim, bir dışavurum, şiddetin bir geçmişi olan başka bir film vardı.

Hangi filmdi?

Bir Amerikan filmi: Roy William Neill’in The Scarlet Claw’ı. Sinema Tarihi açısından kayda değer bir film değildi ama benim çocukluğum için manidardı.

Cannes Film Festivali’ne dair hatırladığınız ilk şey nedir?

Cannes’a tecrübesiz bir gazeteci olarak gitmiştim ilk kez. O zamanlar 20 yaşındaydım. Bu, benim için büyük bir tecrübeydi. Robert Bresson, Luis Bunuel, Antonioni, Berlanga gibi usta yönetmenler vardı. İlk filmim Arı Kovanının Ruhu ile La Semaine de la Critique’e katılmıştım ayrıca. Benim için Cannes, güzel karşılaşmaların olduğu önemli bir yer.

Ne tür sinemayı seviyorsunuz?

Milli olmayan, evrensel bir dili olan kaliteli sinemayı. Çocukluğumun sineması Kuzey Amerika Sineması’ydı, çünkü bugün olduğu gibi o dönemlerde de müthiş bir Amerikan filmleri furyası vardı. 1940’lı yılların filmlerini izlemeye gittim ilk olarak. John Ford, Howard Hawks, Michael Curtis, Victor Fleming… kim olduklarını bilmiyordum, oyuncular için gidiyordum, yönetmenler için değil. Bilirsiniz, bunlar her zaman bir çocuğun tercihleridir. O dönemlerde, sinemayla tanışmak halkın bildiği, gördüğü bir şeydi. Bugünse, çocuklar evlerinde, televizyonlarda sinemayı görüyorlar, bu da böylelikle genelden ziyade daha özele inmiş oluyor. Sanırım aradaki farkı oluşturan bu.

Bugün usta yönetmenlerden biri olarak gösteriliyorsunuz, ayrıca birçok yönetmeni de etkiliyorsunuz…

Belki İspanya’da. O da, İç Savaşlarla dolu İspanya Tarihi’nden dolayı ortaya çıkan gerçek bir sinematografi geleneği eksikliğinden. Bugün, Luis Bunuel gibi yurdundan sürgün edilmiş bir büyük yönetmenin sinema hassasiyetine sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum.

40 yıla yaklaşan yönetmenlik geçmişinizde 3 film çektiniz. Filmlerinizin uzun süren bir etkisi mi var?

Çektiğim filmlerde, her zaman, benim asla oluşturmayı başaramadığım izler var. Bir filmi yazdığımda, düşündüğümde, o tamamlanmasa da onun içinde kalan bir şeyler oluyor. Bu küçük ve başarısız deneyimi, tamamladığım filmde görebilirsiniz.

Neden bazı filmlerinizi tamamlayamadınız?

Maddi açıdan. Sinema, biraz para meselesidir. Şöyle, benim yapımcılarım her zaman kendi yatırımlarını bir araya getirmişlerdir. Benim için bu önemli.

Neden film çekiyorsunuz?

Tam olarak bilmiyorum. Belki, hayatımın çoğunu adadığım bir şey olduğundan, sadece bu da değil, seyirci olarak film çektiğimden belki. Belki de, seyirci tecrübem yönetmen tecrübemden daha önemlidir.

Film çekmediğinizde ne yapıyorsunuz?

Sinema üzerine yazılar yazıyorum. Yönetmen olmadan önce sinema yazıları yazmaya başlamıştım. Sinema atölyelerine gidiyorum, gençlerle tanışmayı, onlara tecrübelerimi anlatmayı seviyorum. Ne var ki, İspanyol gençlerin gerçek bir sinema kültürü yok. Sinema, eğitim sistemiyle iç içe geçmemiş. Fransa gibi değil.

Projeleriniz var mı?

Bir yıldır bir ressam gibi kısa filmler çekiyorum, bunu sevdiğimi söylemeliyim. Hatıra ve Düş adını verdiğim dokümanter bir seri. Üçünü çektim, 10’a ulaştığımda yayınlamayı düşünüyorum. Bunlar seyahatlerimden yararlandığım dünya üzerine kurulu küçük anlatılar. Kim bilir, belki burada, Cannes’da da bir şeyler çekebilirim.

Bu kısa filmler ne kadar sürüyor?

Değişiyor. Kimi 5, kimi 20 dakika. Sinema süresi, sinemanın geneli üzerine de bir düşünce diyebilirim bunlar için. Kendimin kamera başında olduğu ve bir ses mühendisiyle çalıştığım zanaatkar filmler aynı zamanda. Bu bağlamda; Roberto Rossellini’nin düşüncesini benimsiyorum: İçimiz ne denli yoksul olursa, özgürlüğümüz de o denli zengin olur. Özgürlük bir bakıma arınma sorunudur. Şunu da söylemeliyim ki klasik bir film çekmeyi de severim. Ama sanırım, bunun için biraz bekleyeceksiniz. (Gülüşmeler)

Fransızcadan çeviren: Ali Hasar

Bkz: El Espiritu de la Colmena

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder