Gurbet akrebi ciğerimi yaktı benim,
Bulamadı alçak sanki, dünyada başkasını.
Neden hedef yaptı? diyorum zamanenin okuna,
Bu yüce, bilgisiz, adaletsiz felek tenimi benim?
Felek, faziletler ölçüsünde dönseydi eğer,
Makamım, ayın makamından aşağı olmazdı benim.
Hayır, hayır, felek de zaman da bilmez faziletin değerini,
Söylemişti babam bunu, gençliğimde benim.
Dünyada yaşasam da gece-gündüz,
Yedinci kat göklerde, gezdiğim yerler benim.
Oturmam ben seninle bu sarayda ey tenim,
Çağırır durur çünkü îzed başka bir saraya beni.
Gönül gözünle gör, dünyanın gizliliklerini,
Görmez çünkü gizlileri, kafandaki gözlerin.
Nedir dünyanın sırrı, ey özgür ahali?
Gizlileri görmen, açıktakileri görmemendir.
Bağlayamazsın dünyayı demirle!
Hikmet zinciriyle bağla bu dünyayı.
Öteki dünyaya bir merdiven bu dünya,
Çıkmak gerek sonuna kadar bu merdiveni.
Çekmek istemiyorsan zararı kendine doğru,
Uzak tut dilini sen çirkin sözlerden,
Söz akılla söylenir. kime akıl verilmedi?:
Sığıra, eşeğe, deveye ve diğer hayvanlara.
İnsanın konuşması, sahip olduğundandır;
Delilleri ortaya çıkaran, izah eden bir akla.
Emre uyarsan, bilge olursun, yoksa bilgisizlikten;
Cehenneme çevirirsin cennetleri sen.
Nasır-ı Hüsrev
Sadi-i Şirazi
Gülistan, Bostan...
Hafız
Alem, gam hikayeni anlatmasıyla bir efsane,
Gözüm, yüzünün yansımasıyla bir güzeller evi!
Zincir gibi zülfünün ümidiyle senin,
Nice aşıklar var, hepsi bir deli!
Dudağından bir nükte, bir şeker parçası!
Küpünden bir damla, bir kadeh!
Senin güneş yüzünün aydınlığı karşısında,
Feleğin güneşi sanki küçük bir kelebek!
Neden kapatıyorsun yüzünü benden ey nazlı,
Yoksa bu miskin bir yabancıdan da mı değersiz?!
Senin yerin değil bu gönül, ancak ne yapayım,
Dünyada benim tek bu viranem var işte.
Devlet ve talih dostumuz olsaydı bizim,
Kendi vatanımızda yaşardık biz.
Feleğin çarkı dönseydi bizim arzumuzca,
Başkalarının şehrinde ne işimiz olurdu bizim.
Yazık bu zamanda bir tek dost yok,
İnsanlar içinde hiç sevindiren yok,
Bu zamanda gamsız olan,
Ya insan değil, ya bu dünyayla bağı yok.
Alçağız toprak gibi, yücelik işte bu,
Sarhoşuz aşk ile, akıllılık işte bu,
Bütün bu dertlerle adını anmayız dermanın,
Doğrusu, gerçek dertlilik işte bu.
Ne oturuyorsun Efzel, dostlar gitti,
Yaya kaldın sen, atlılar gitti,
Bahçede kim kaldı karga ve çaylak dışında,
Gümüş tenliler, güzel yüzlüler gitti.
Bilmediğin kadehi, ey gönül yudumlama,
Yaptığın kötülükleri unutma,
Ecel aslanı pusuda, dikkat et,
Aslan ormanında tavşan uykusuna dalma.
Yüz şehrin, yüz vilayetin valisi de olsan,
Usta sanatkar da, yetenekli de olsan,
Gerçek aşık da, dosdoğru zahit de olsan,
Birkaç gün geçer, sen de hikaye olursun.
Açılır sana gerçeğin kapıları,
Bağlanma hep bu geçici dünyaya;
Yok olacak bu dünya, öteki dünya sonsuz,
Yokluk kötü, sonsuzluk iyi, o zaman iyiye dön.
Adalet, doğruluk, şefkat ve cömertliğinle,
Kurtar bu kulunu ve işini kolaylaştır onun.
Hak etmedi bu kulun, bu sıkıntıları, bu acıları,
Bu sıkıntılarda boğulan bu garip de hak etmedi.
Baba Efzel
(*) Prof. Dr. Nimet Yıldırım, Atatürk Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder