22 Aralık 2016

Ademir Kenovic — Savrseni Krug

Kâbus

Ne yapıyorsun, oğlum?
Düş kuruyorum, anne. 
Nasıl türkü çığırdığımı 
görüyorum anne bu düşte.
Ve sen bana soruyorsun, düşümde: 
oğlum, ne yapıyorsun, diye.
Oğlum, dile getirdiğin ne, 
düşünde çığırdığın türküde?
Bir zamanlar bir yuvam olduğunu 
dile getiriyorum, anne.
Şimdi yuvam yok oysa.
İşte bu dile getirdiğim, bu türküde.
Bir sesim vardı, diyorum, 
bir dilim de, anne.
Şimdi ne sesim, 
ne dilim var. 
Olmayan sesimle,
olmayan dilimde, 
olmayan evimde 
bu türküyü çığırıyorum, anne.

Abdullah Sidran
Adis ve Kerim. İki Boşnak çocuk. Savaşın ortasındalar. Kaçıyorlar sessiz olana. Herkesi öldürüyorlar, her yerde bir kurşun sesi, evler dağıtılmış, köyler yangın yeri, yaşlılar, çocuklar ölüyor. Ölüm yaş tanımıyor. Onlar için bunun pek bir önemi yok, gayet memnunlar insanları öldürmekten. Onları bir hiç gibi görmekten. Kerim, sağır. Kurşun seslerini duymuyor, bu dünyanın kötülüğüne, acımasızlığına kulakları perdeli Kerim'in. Eşini ve kızını daha güvenli bir yere gönderen Hamza'nın evine sığınıyorlar. Hamza eve döndüğünde yan yana yatmış iki kardeşi buluyor. Hamza, onların babası gibi artık, bir aile.

Saraybosna. Yakıp yıkılıyor. Şehirde yaşayan insanlar milislerin mevzilerini biliyor. Her an gelebilecek bir kurşunla ölebilirler ve Bosna'nın insanları bir şekilde yaşamak zorunda, ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. Bombardıman devam ediyor. Bir çeşit yıkım, sanki hiç bitmeyecek gibi. Evleri yakılıp yıkılmış, onlardan çok uzakta çoğu. Kendi yurtlarında sürgündeler. Gökyüzü karanlık, sesleri kayboluyor, dilleri kayboluyor, evleri kayboluyor insanların. Sürekli olarak kaybediyorlar. Kaybetmedikleri içlerindeki inanç. Onlar yıktıkça, daha da sıkı sıkıya bağlanıyorlar birbirlerine, yaşama. Tramvaylar, caddeler eksik, ters duran boş bir sandalye gibi Ademir Kenovic'in Bosna'sı. Savaşın mimarları gülüyorken, onlar ağlıyor. Düzen tersten işliyor, kötü olan iyiyi, masum olanı her defasında acımasızca eziyor. Kazandıklarını sanıyorlar. Katliam ile kendi kutsallarını güçlendirdiği düşüncesiyle, silahlarının gölgesinin negatif asilliğinde kayboluyorlar. Boşnak İhtiyarın kafesinde tuttuğu gibi kuş gibi insanlar. Hepsinin özgürlüğü alınmış, hepsi çırpınıyor, kafesi kırıp hürriyetlerine kavuşma arzusundalar.

Hamza, Abdullah Sidran'ın şiirlerinde devinim buluyor. Saraybosna'nın muhtelif yerlerinde, bazen yıkık bir evde, bazen bombalanmış bir tramvayda, kendini aşmış olarak görüyor. Savaş öyle bir çetinlik alıyor ki ruh hâlleri ölümle mesafe tanımıyor. Yaşarken öldürülmüş hepsi. Kalpleri, benlikleri darağacına asılmış, defalarca. Bir ağacın, bir köpeğin ölümünün hüznü en derinlerine işliyor. Sesler yankılanıyor cephelerde, Adis'in sesleri küçülüyor gitgide, soğukluk var üzerinde. Kerim, duymadığı seslerden oluşan bu çirkin dünyanın acısını duyuyor. Hamza, bir hamlede kusursuz çember çiziyor. Bu kusursuz çembere tıkılmış hayatlar var, ölümler, aydınlık ve karanlık, karanlık. Çember oldukça asil, içinde her şeyi barındırıyor. Gökyüzünden düşen bombalar, evlerin pencerelerindeki kurşun izleri, yaralı bir şehir ve nice hayatlar. Yaralı şehrin insanları da yaralı olur. Yeni yeşermeye başlayan ağaçları kesiyorlar, umutlarını dağıtıyorlar, gözyaşları sebepsizce düşüyor tepelerden. Tepelerde derin bir yas var bugün. Krallar seyrediyor hünerlerini, tahtlarının asaletini yitirmek istemiyorlar. Soytarıların rolünü çalıyorlar bir kez daha, umarsızca.

Sonunda kendimi asmaktan korkuyorum. 
Birçoğunun sonu bu oldu, burada ve her yerde. 
Günler uzun geliyor, geceler uzun geliyor, 
Yıllar uzun geliyor aşk olmadan, 
Aşk suyu olmadan, aşk havası olmadan. 
Elbette bu mantığın sesi değil. 
Hiçbir sorunu çözmeye yardımı olmuyor. 
Ama ne zaman gözlerimi kapatsam,
Kendimi asmış olduğumu görüyorum.

Katliam. Savrseni krug, gerçeküstü bir setin ortasında çekilmiyor. Duvarlarda havan topunun izleri, mermilerle delik deşik edilmiş evler, yanan evler, kırık dökük ve artık bir şehir. Sırpların, Boşnaklara zulmü sürüyor. Bu savaş değil, bir insan katliamı. Bosna'da yaşananlar bize uzak değil, kalbimizdeki bir yara oluyor. Saraybosna bir kez daha inciniyor, içimizde, en derinlerde. Şair Hamza, şiirlerini atıyor tramvayların yoluna, eziliyor her defasında. İnsanlar yıkımlı bir göçün içinde. Su, ekmek, konserve, kitapların içine sıkıştırılan konserve. Ademir Kenovic, Bosna panoramasını türlü detaylarla veriyor. Yabancı değil hiçbir şey. Her şey olduğu gibi. Sırp keskin nişancılar, yollarda yürüyen insanların kurşunlara maruz kalması, korkuların çocukların yüzlerindeki hâlleri, bombalanmış araçlar, bertaraf edilmiş tramvay hatları, Bosna'nın Kenovic'in gözünden sadece birkaç resmi.





Şiir. Ademir Kenovic'in Boşnak şair Abdullah Sidran'ın şiirlerini kullanarak Savrseni krug'a duygusallığın yanında şiirsellik kattığı aşikar. Hamza'nın Saraybosna'nın metruk yerlerinde monologlarıyla hissiyatına eriştiğimiz bu şiirler, yaşayan ve acı çeken Boşnakların, Balkan halkının bir sızısı, insanlığın sızısı, bizim sızımız oluyor. Çember daralıyor. Yaşam çemberi. Öyle ki bu yaşam kusursuz. İçine girenler ve giremeyenler var. Savrseni krug'un ajite eden bir yönü mevcut değil. Özünde aşırı duygusallık ya da gerçeküstü bir kurgusallık yatmıyor, gerçekliği ve mükemmel etkileyiciliği kendini vitrine çıkarmaya yetiyor. Kenovic'in kalbi, bizim kalbimiz. O kendi vatanını perdeye taşırken biz bir kez daha yaralanıyoruz, acıya ortak oluyoruz. İnsanlık, kendi çıkarları uğruna gözünü kırpmadan ve yaşlı-çocuk demeden yaptıklarıyla kara bir utanç içinde olacak ve gün geldiğinde bizler, hepimiz, karanlıktan aydınlığa uzandığımızda mermilerle vurulmuş çocukların yüzlerindeki tebessümlerini hatırlayacağız bir daha, sonsuza dek. O çocuklar huzur içinde olacak, sevgiyle, aşkla. Işık çıkacak, Bosna yüzünü gösterecek, o temiz göğsünü açacak bizlere. Sarılacağız her şeye, sımsıkı. Kurşun sesleri artık çok uzakta... Şiir:

Artık başıma başka bir şey gelemez,
İyi veya kötü olsun hiçbir şey.
Birbiri ardına gelen günleri sayan bir askermişim gibi, 
Sıkıcı, anlamsız. 
Kabul etmeli ve sessizce söylemeliyim.
Ölüm bendeki her şeyi alacak :
Vücudumu ve kemiklerimi, masadaki kalemimi,
Bilgimi, ruhumu, duvardaki tabloyu,
Odayı aydınlatan müziği,
Gözyaşlarını, korkuları, polen dolu havayı.
Ve sonrası: Karanlık... Karanlık, karanlık...

Bir şair, iki çocuk ve bir köpek.

Mart 2013

Benzer okumalar:




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder