8 Ağustos 2017

Kindi — Üzüntüden Kurtulma Yolları



Üzüntünün Sebepleri

El-huzn (üzüntü), sevilen şeylerin elden gitmesinden ya da amaçlanan şeylerin gerçekleşmemesinden doğan nefsânî bir acıdır. Sevdiklerimizi kaybetmemek ve isteklerimizden mahrum kalmamak istiyorsak akıl âlemini gözetmeli; seveceğimiz ve istediğimiz şeyleri bizim için elverişli kılınmış olanlardan seçmek suretiyle elimizden geldiğince mutlu olmaya çalışmalı, mutsuz olmaktan kesinlikle kaçınmalıyız. Elimizden gidene üzülmemeli, duyusal varlıklardan olup sürekliliği bulunmayan şeyleri istememeliyiz. İstediğimiz şey olmadıysa olabilecek şeyi istemeli, böylece üzüntünün devam etmesini sevincin devam etmesine tercih etmekten kurtulmalıyız. Geçici nimetlerin elinden gitmesinden, zaten olmayacak şeylerin yokluğundan dolayı üzüntü çeken bir kimsenin üzüntüsü bitmez.

Alışkanlıkların Ahlâka Tesirleri

Yiyecek, içecek, elbise ve evlenme ile bunlara benzer daha başka hissî hazlardan yararlanıp bunlarla sevinen ve neşelenen kişinin, bunlara aykırı durumları eksiklik ve musibet saydığını görürüz. Duyusal bakımdan sevilen ve sevilmeyen şeyler tabiatın ayrılmaz bir unsuru olmayıp alışkanlıklara, çokça uygulamaya bağlıdır. Şu hâlde, sevinmenin ve kaybettiklerimizin üzüntüsünden teselli bulmanın yolu alışkanlık olduğuna göre, nefsimizi buna yöneltmeli ve bunu nefsimiz için terbiye konusu yapmalıyız ki teselli ve sevinme bizim için sürekli alışkanlık ve yararlı bir huy haline gelebilsin.

Nefsin Islahı

Nasıl ki ruh bedenden üstünse, ruhun menfaati ve elemlerden kurtulması da bedenin menfaatinden daha önemlidir. Çünkü ruh yöneten, beden yönetilendir; ruh bâkî, beden fânîdir. Ruhu iyileştirmek, bedenlerimizin yararlarını gözetmekten daha önemli görevimizdir. Bizi biz yapan bedenlerimiz değil, ruhumuzdur. Bedenlerimiz, ruhlarımızın fiillerini gerçekleştirmede kullandıkları araçlardır. Kişiliklerimizi iyileştirmemiz, araçlarımızı iyileştirmemizden daha önemlidir. Ruhlarımızın ıslahıyla uğraşırken katlandığımız acı ve sıkıntı, bedenleri iyileştirmek için katlandığımız güçlüklere göre önemsiz ve hafiftir.

Üzüntüyü Yenmenin Başlıca Yolları (Risâle fi'l-Hîle li-def'i'l-ahzân/رسالة في الحيلة لدفع الأحزان)

1. Üzüntü bizim yaptığımız bir işten, bir sebepten doğuyorsa bu işi yapmamalıyız. Yapmamak elimizde olduğu hâlde yapıyorsak, istemediğimiz şeyi istiyoruz demektir. Bu çelişki ise, akıldan yoksun kalanların işidir. Eğer sebep başkalarının fiili ise onu bertaraf etmeliyiz. Bertaraf edemiyorsak üzüntü gerçekleşmeden önce üzülmemeliyiz. Sebebin vukuundan evvel üzülmekle bu sebep ortadan kalkmaz. Sebebin vukuunu kesinlikle önlemek gereklidir. Üzüntü sebebi doğmadan önce üzülmeye kalkışmak fena ve utanç vericidir. Kendi nefsine üzüntü çektiren insan nefsine zarar vermiş olur. Nefsine zarar veren ise kendisine kötülük etmiş olduğundan cahil ve zalim sayılır. Zalim, belaya aldırmazlık eden yılgın kişidir; bedbaht ise belâyı gidermeye çalışmayan insandır.

2. Üzüntüyü yenmenin başka yolu, başkalarının uğradığı üzüntüleri düşünmektir. İskender, ölünce üzülmemesi için annesinden şunu istemişti: İskender'in ölüm haberini alınca "ömründe herhangi bir musibete uğramamış olanların yiyip içip eğlenecekleri bir toplantı düzenle, ki İskender'in matemi sürurla geçsin." Annesi bu emri ilan ettiğinde davete kimse gelmedi. Musibete uğramamış hiçbir insan bulunmadığından icabet olmamıştı. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: "Anladım ki ilk musibete uğrayan ben değilmişim, musibet sadece tek kişinin başına gelen bir olay değilmiş."

3. Üzüntü tabiî değil ârizîdir. Birçok insanın kayıpları olmuştur. Kaybına veya mahrumiyetine razı olmuştur. Nitekim mülkünü kaybetmiş olmaktan dolayı üzüntüye düşen bir insan görürsek düşünmeliyiz ki, birçok insan bu servete sahip olmadıkları hâlde üzüntülü değildir. Demek ki üzülen insan üzüntüyü kendisi ortaya çıkarmıştır. O zaman kendimiz için böyle değersiz durumlar üretmemeliyiz. Âdi bir şeyi kendisine reva gösteren akılsızdır. Akılsız varlıklar olmaya razı olmamız bize yaraşmaz. Bu, son derece aşağılık bir durumdur.

4. Düşünmemiz gerekir ki, başımıza bir şey gelmesini istemiyorsak, hiç var olmak istemiyoruz demektir. Musibetler, bozulma niteliği taşıyan şeylerin bozulmasından ileri gelir. Musibetlerin olmamasını istersek, tabiattaki oluş ve bozuluş kanununun ortadan kalkmasını istemiş oluruz. Bu ise imkânsızı istemiş olmak demektir. İmkânsızı isteyen, muradından mahrum kalır. Bu da bedbahtlıktır. Böyle bir huydan utanmak gerekir. Cahillik ve bedbahtlık seviyesine düşmekten kaçınmalıyız. Cahillik alçaklık; bedbahtlık ise başkalarının acımasından memnun olma duygusu doğurur.

5. İnsanın ellerinde bulunan şeylere başkalarından daha layık değiliz. İnsan bunlara sadece elinde tuttuğu sürece sahip olur. Oysa asıl kazançlarımız, manevî hayırlarımızdır. Kaybedecek olursak üzülmekle mazur sayılacağımız şeyler manevî hayırlardır. İnsanlar tabiî olarak sahip olacakları şeyleri elde etmesinler diye kederlenmek hasetçinin işidir. Kıskançlık ise kötülüklerin en fenasıdır. Kendisi için faydalı olduğunu düşündüğü şeyden dostunun mahrumiyetini isteyen kişi, kötü olanı dostu için istiyor demektir. Dostlarının başına kötülük gelmesinden sevinen kişi kötüdür. Dostunun iyi şeylere sahip olmasından üzüntü duyan kişi tam bir hasetçidir. 

6. Elimizde bulunan her şey Hak Sahibi'nin bizdeki emanetidir. O, bizdeki emanetini geri alabilir ve dilediği bir başkasına verebilir. Emanetler bizden alındığı zaman üzüldüğümüzde kınanmaya ve hakarete müstehak oluruz. Çünkü bu tutum aç gözlü, cimri ve iyiliği kötüden ayıramayanların ahlâkıdır. Emanet Sahibi, bize verdiği emanetlerin en değerlilerini değil, aksine değersizlerini almaktadır. Memnuniyetimizi sürdürmek emanetin en değerlisidir. Şükür, O'nun rızasına uygunluğun bir ifadesidir. Kimsenin bizimle paylaşmadığı nimetleri (şükrü) bizde bırakmıştır.

7. Kayıplara ve elden gidenlere üzülmek zorunlu olsaydı bir çelişki olurdu: Hem sürekli üzülmemiz, hem de hiç üzüntü çekmememiz gerekirdi. Oysa hiçbir zaman üzülmemek için hiçbir maddi değer elde etmemek gerekirdi. Tersine maddi şeylerden uzak durduğumuzda da o şeylerden yoksun kalmamız bir üzüntü vermektedir. Bütün bunlar çelişki ve saçmalıktır. O hâlde üzüntü çekmek bizim için zorunlu değildir. Sokrat, "Üzülmemeyi nasıl başarıyorsunuz?" sorusuna, "Kaybettiğim takdirde üzüntüsünü çekeceğim şeye sahip olmuyorum" cevabını vermiştir. Neron'a pahalı bir billur hediye verdiler. Kral filozofa fikrini sordu. Filozof, "Bu şey sizdeki yoksulluğu ortaya çıkardı ve sizi büyük bir musibete attı" dedi. Kral, "bu nasıl olur?" diye sorunca, filozof: "Billuru kaybedersen bir benzerine sahip olmadığın için yoksul kalacaksın. Seni ondan mahrum bırakacak bir kaza vuku bulursa bu sana büyük bir musibet olacak" dedi.

Musibetlerinin az olmasını isteyen kişi, harici ihtiyaçlarını azaltmalıdır. Tabiatta her canlı varlıklarını sürdürecek, hayatlarını rahatlatacak şeylere bir ölçü ile ulaşır. Geçimleri bolluk içindedir. İnsanın durumu başkadır. İnsan canlılara hâkim oldukça cahilleşmektedir, akıl ve temyiz gücü arttıkça hiç de gerekli olmayan şeyleri elde etmek istemektedir. Göz alıcı varlıklar, zevk alınan süslemeler, hoş kokular. Bunların elde edilmesi yorgunluğa, kaybedilmesi acıya, ulaşılmaması özleme yol açar. Kaybedilmeye elverişli dileklerde musibet, geçici şeylerde acı ve keder, imkânsız olanı ummakta üzüntü ve dert, her güvenliğin sonunda korku vardır. Bir insanın nefsi, kendi varlığına ait olmayan sonlu ve geçici şeylerle meşgulse onun ebedî hayatı yıkılmıştır. Toplayıp sırtlarına aldıkları, akıllarını çelen, hürriyetlerini ellerinden alan, rahatlarını kaçıran, yerlerini daraltan, yüklerle ağırlık yapan metalar insanın eziyetidir. Nesneler bizim için üzüntü kaynağıdır. Eğer üzüleceksek, gerçek vatanımızdan uzak kaldığımız için üzülmeliyiz. Orada yoklardan söz edilemeyeceği için musibetler yaşanmaz. Aslında biz, üzülmeme direncimizi kaybettiğimiz zaman üzülmeliyiz. Aklın özelliği budur. Üzülmekten kurtulduğumuza üzülmek cahillik alametidir.

8. Ölüm kötü değildir, ölüm korkusu kötüdür. Ölüme gelince o tabiatımızın bir parçasıdır. İnsan şöyle tanımlanmıştır: "Akıllı ve ölümlü canlı". Buna göre ölüm olmasaydı insan da olmazdı. Dünya denilen bu yerde bulunan insan oradan ayrılmaktan çetin bir korku hisseder. Bu tıpkı şuna benzer: Rahimden çıkarılarak dünyaya gelen bir cenine tekrar rahime geri dönmesi söylense, rahime dönmemek için dünya ve içindekiler onun mülkü olsa hepsini feda ederdi. Oysa cenin rahimden ayrılacağı zaman çetin bir korku hissetmişti. Dünyadan ölümle ayrılırken ceninin rahimden doğumla ayrıldığı hâldeyiz. O hâlde dünyanın değersiz hissî faydalarını kaybetmek kötü değil, kaybetmeden dolayı üzülmek kötüdür.

9. Bir şeyleri elde edemeyip fakir kaldığımızda, zihni, kayıplarla meşgul olmaktan kurtarmak gerekir. Çünkü elde kalanları düşünmek musibetler için tesellidir. 

10. Maddi kazançlar sonrasında musibet beklentisi içinde olunur. Oysa şimdi maddi kazançlar için musibet korkusundan kurtulmuşsan üzüntü sebebini azaltmışsın demektir. Bazı musibetler, diğer bazı musibetlerin azalmasına hizmet ederler. Bu da bir nimettir. Kendi varlığının haricinde kalan şeyleri kazanmak peşinde koşmayan kişi, kralları köleleştiren güce, acıların kaynağı olan öfke ve şehvete hâkim olur. Hastalıkların en tehlikesi nefsin hastalıklarıdır. Öfke ve şehvet güçleri fena etkilerini bir kimse üzerinde gösteremiyorsa o kimse kralların hizmetçileri üzerindeki güce benzer bir üstünlük kazanır. En büyük düşmanlarını da yenilgiye uğratmış olur. 





"İlim talebesinin altı şeye ihtiyacı vardır, ki feylesof olabilsin, bunlar eksikse talib de eksik olur: yaratıcı (ehil) bir zihin, daimî bir aşk, güzel bir sabır, gönül dinginliği, yol gösterici bir mürşit, uzun bir müddet." 

el-Kindî 


Benzer okumalar:



Yazının yayınlanmasında gösterdikleri alakadan ötürü Lütfi Bergen'e ve Kindî'ye atfedilen sözü Arapçadan çeviren Cuma Tanık'a teşekkürlerimle...

6 yorum: