Sohrab Shahid Saless |
Tabiat-ı bican. İki yaşlı. Taşra’da bir tren hemzemin geçitinin ötesindeki evlerinde yaşıyorlar. Yaşlı adam yıllardır tantanları indirip kaldırıyor. 33 yıl. Okuma yazması yok. Tütün sarıp içiyor kimi zaman, şiddetli öksürükleri başlıyor, gözlükleri tozlu, kendisi gibi. Ketum bir yönü mevcut. Yaşlı kadın, ona oranla biraz daha asil. Çay yapıyor eşine. Tek gözlü odanın bir köşesinde halı dokuyor, belini büküp yaşamın içinde tutunmaya çalışıyor. Elleri nasır bağlamış, başörtüsü onun yorgunluğunu örtüyor. Bu iki yaşlının hikâyesi, monoton bir yaşantı çatısı altında dönüp duruyor Sohrab Shahid Saless’in kamerasında.
Sohrab Shahid Saless’in karakter-ruh tahlillerinde bir sıradanlık izlediği nettir. Tabiate bijan’ı (1974) hemen hemen herkesin yaşayabileceği bir pozisyondan, hâlden çekip alır. Onu yaşamın tam kalbine yerleştirir. Bizim gördüklerimiz gerçeküstü bir kurgu değil, aksine yaşanmış hayatların sadece küçük bir gölgesidir. Filmde, Bressoncu bir sinema dilinin hâkim olduğu söylenebilir. Yüze odaklı ağır ve statik çekimler, karakterlerin özüne iniş, çok az konuşma, manaya ve eyleme yöneliş, zorlayıcı ve etkileyici hareket ile kendi sınırlarını çizmekte Tabiate bijan. Saless, emekliliği gelen bir yaşlının ve eşinin yaşantılarında ayrıntıları, epistemolojik bir araçla sunmaya çalışır. Bu iki karakter, birbiriyle bağı olmadan yaşayamaz, tutunamaz hayata. Kaldıkları ev, onların bir parçasıdır, yaşadıkları doğa da ölü doğadır. Dümdüz bir şekilde sonsuza uzanırcasına giden ovalar, raylar, nadiren uğrayan tren ve insanların, her gün yeniden bir başlangıçla canlılık buluşu ama iki yaşlının her geçen gün, ölüme bir mesafe daha yaklaşmaları keskin bir zıtlığın mührüdür.
Yaşlı adamın saati kuruşundaki mana çok incedir bir bakıma. Saat, onun yaşantı cetvelinin bir çizelgesidir. Bir ana gelince bir hâle dönüşüyor. Yaşam, bu iki insanın sırtlarına kamçısını vuruyor olsa da, kendi saflıklarını yitirmiyorlar. Taşranın kendine has dokusunda benliklerini muhafaza etmişler. Saless, insanın özünü bozulmamışlıkla veriyor: Taşra, şehre inat özünü yitirmeyecek, ondan kopmayacak. İnsan, hataya ve yanlışa meyilli olduğunda iyi ve güzel olanı hatırlar, çünkü terbiyesi artık iyiliği emrediyordur. Erdemi, onu tüm naifliğiyle sarar ve sıkı sıkıya yaşama tutunur.
İran’da İslam Devrimi öncesi şehirlerdeki endüstrileşmenin taşraya oranla daha hızlı bir ivme kazanmasıyla, şehir-taşra arasındaki uçurumun gediklerini kapatmak zaman almış, neticesinde bu iki kültür arasında kalan insanları kimi zaman biçare bırakabilmiştir. Abbas Kiyarüstemi, Muhsin Mahmelbaf gibi isimlerin öncüsü olan Saless’in taşra insanını ve onun hakikatini, olgusunu yansıtması devrimden önceki kuşağın bir çizgisi hâline bürünmüştür. Saless, Tabiate bijan’ı kendi kalkanı yapar, onu yeryüzüne taşır. İnsani değerleri filminin her yerine serper, klasik olay örgüsünü dokümanter bir havaya sokup onun güçlülüğünü arttırır. Mekanizmalarının temelini sağlamlaştırır. Tabiate bijan, bu bağlamda şehir insanını düzgün, takım elbiseli ve hiyerarşik bir komuta zincirinde gösterirken, taşra insanını onun emri altına giren, dağınık, sözünü dinleyen, anlamsız bakışlar atan figürler olarak ortaya atar. Yabancıdır onlara, tıpkı yaşlı çiftin evine gelen takım elbiseli insanlar gibi. Onlar, uyumu bozuyor nazarımızda. Bu, alışılmış bir durum değil. Saless, bu yüzden çarpıklığı ve keskinliği ağırdan işler, gecikmeler oluşturmaz zihinlerde. Görünenin arkasına götürür, görünmeyene ulaştırır. Kıyafetlerin kirliliği, içerdeki temizliği ve iyiliği öldüremez. Elbisesi hor olanın, gönlü münevver olur.
Sessizlikle dolu bir yaşam. Yaşlı çift, yaşamın keşmekeşliğinden uzakta, şehrin gürültücülüğünden yoksun bir biçimde, ocakta pişen yemekle, semaver çayıyla kendilerince küçük – sıradan bir yaşam sevinci içindeler. Onlara göre yakın – uzak kavramları dayanılmaz bir hâl. Evlerine gelen oğullarının 2 günlük yolculuğu, onlar için özlemin derecesini şekillendiriyor. Yaşlı kadının umudunu, sevgisini pencerenin ortasından geçen şeritler bölüyor. Bakışları ve eli öyle bir hâl içindeki kurtulmak isteyip de kendi kabuğundan sıyrılamayan, sinir liflerini atamayan bir kadın hâlini alıyor. O an için yaşam ona bütün kapılarını kapatmış, bir bakışlık pencere ve bir halı dokuma tezgahı bırakmış sadece. Kırışıklıkları, kalbindeki dayanışmayı ve sevgiyi öldürmemiş. Saless, yaşlı kadını yaşlı adamdan farklı konumlandırıyor. Onu, yaşlı adamın gölgesinde büyüyen, izleyicisinin de kalbinde ölmeyen biri olarak sunuyor. İki insan portresini, iki farklı mana derinliğinde ama nihayetinde bir potada eriyen bir insan ömrü olarak çiziyor.
Tabiate bijan, yaşamın kendi seyri içinde sıradan insanların sıradan hâlini ele alıp, bir noktayı dert edinip onun etrafında dönen bir formata bürünüyor. Yakın – uzak, şehir – taşra – dayanışma – sevgi – üzgünlük hâl ve davranışları sessizliğin içinde gelişiyor. Onlar gördükçe ve bildikçe, daha da sessizleşiyorlar. Ölümü beklerken, hâlâ yaşama tutunuyorlar. Tek odaları, iki göz pencere, bir tencere, bir semaver azlığın anılarını oluşturmaya yetiyor. Ölü doğa, gökyüzünün griliği altında iki yaşlıdan, iki manadan fazlasını içinde saklıyor. Onları asla ulaşılamayacak ve bilinemeyecek olanın ötesinde gizlice barındırıyor. Raylar, yaşamın uzunluğundaki çizgileri tek tek işliyor, kara trenler ve içlerindekiler tek göz odaya dönüp bakmıyor. Gelip geçici bir dünya, gelip geçici bir yol, bir ray. Herhangi bir ray. Önemi yok. Bilinmeyen insanların bilinmeyen yaşamlarındaki bir taşra öyküsü Tabiate bijan. Kendini her şeyden muhafaza ediyor, çürümüşlüğe direniyor. Gözlüklerdeki tozlara aldırış etmiyor, iki ömrü bir hissiyatın zenginliğine değer kılıyor. İnsan, göremediklerini düşününce dilinden kelimeler inat edip harfleri iyice sessizleşiyor. O an, bir bakış gerçekleşiyor boşluğa doğru, bakıyor sebepsizce ve bir kez daha başlangıcı hatırlıyor.
Tabiate bijan, 1974 Berlin Film Festivali Gümüş Ayı Ödülü.
Nisan 2012.
Benzer okumalar:
—Devrim Öncesi İran Sineması
Tabiate bijan, 1974 Berlin Film Festivali Gümüş Ayı Ödülü.
Nisan 2012.
Benzer okumalar:
—Devrim Öncesi İran Sineması
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder