12 Eylül 2019

Georges Bataille — Parçalanmış Benliğin Uğultusu

Ken Vrana, Falling up


Bu yazı, Georges Bataille'ın İç Deney (L'Expérience intérieure) isimli kitabından alıntılanan bölümlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bataille'ın çağrışımsal ve karmaşık üslubunun zorluğuna yeteri kadar tahammül edebilirseniz bu kitapta; iç dünyasını şiirsel-deneysel bir çalışmaya nesne kılarak, korku, gülme, felaket, ölüm, yetersizlik, zaman, endişe, yalnızlık, acı, tutku, mutluluk, benlik gibi insan varoluşunun temel fenomenlerini esrik deney(im)leri aracılığıyla çözümlemeye çalışan "hisseden bir filozof" ile karşılaşacaksınız. Kitaptaki bazı yoğun ve etkileyici cümle ve de pasajları, bütünlük kaygısı taşımadan, okuyucuların iç-deneyine sunuyoruz. 
_____________

–Bu dünyada iki kesin bilgiye sahibiz: Her şey olmadığımız ve ölümlü olduğumuz. Ölümlü olduğumuzun bilincinde olduğumuz gibi her şey olmadığımızın bilincinde olsaydık sorun yoktu (...) Tin, içinde korku ve esrimenin birleştiği tuhaf bir dünyada deviniyor. 

–İnsanın olabilirin ucuna yaptığı yolculuğu deney olarak adlandırıyorum. Bu yolculuğu herkes yapamaz, ama yaparsa, bu yolculuk, olabiliri sınırlayan şimdiki değerlerin, otoritelerin yadsınmasını öngörür. Diğer değerlerin, diğer otoritelerin yadsınması olgusundan, gerçek varlığa sahip deneyin kendisi kesin olarak değer ve otorite olur. 

–Sessizlik sözcüğü hâlâ bir gürültüdür, konuşmak kendi içinde bilmeyi hayal etmektir ve bilmemek için artık konuşulmamalıdır. 

–Korkunun budalalığı sonsuzdur. Korkak, korkusunun derinliğine dalmak yerine gevezelik eder, küçülür ve kaçar. 

–Hiç kimse, Tanrı'nın bitirici yalnızlığının içine yerleşmeden yakarmanın ucuna gidemez. 

–Sevincin doruğu sevinç değildir, çünkü sevincin içinde onun biteceği anı hissederim ama buna karşılık umutsuzlukta, sadece ölümün gelişini hissederim: Ölüm için korkulu bir istek duyarım ama sadece bir istek ve artık başka bir istek duymam. Umutsuzluk yalındır: Umudun ve her aldatmacanın yokluğudur. Geniş çöllerin ve –onu imgeleyebilirim– güneşin durumudur. 

–Her varlık, zannediyorum, yalnız başına varlığın ucuna gidemez. Bunu denerse, sadece kendisi için anlamı olan bir "özel"in içinde boğulur. Oysa sadece bir kişi için anlam yoktur: Yalnız varlık "özel"i kendiliğinden dışarı atacaktır, eğer onu özel görürse (Eğer benim için yaşamın bir anlamı olmasını istiyorsam, yaşamın başkası için de anlamı olması gerekir; hiç kimse sadece kendisinin göreceği, kendisininkinin dışındaki tüm yaşamın kaçınacağı bir anlamı yaşama vermeye cesaret edemez). 

–Mutlu olma isteğinin anlamı: Acı çekme ve kurtulma isteği. Acı çektiğimde (örneğin: dün, romatizma, soğuk algınlığı ve özellikle Yüz Yirmi Gün'ü okurken hissedilen iç-daralması) küçük mutluluklara bağlanıyorum. Kurtuluş özlemi belki acının artışına yanıt veriyor. (Veya daha çok acıya dayanma yetersizliğine). Kurtuluş fikrinin acıdan dağılan kişide oluştuğunu zannediyorum. 

–Delilik, her şeyden önce içsel iletişimin kopmasıdır. 

–Korku, yokluktan tiksinmedir. 

–Akıl, tinsel acının boşunalığını gösterir (sevgiliyi reddetmek gerektiğinde şöyle söyler: Zaman acıları yok eder). Yara oradadır, vardır, korkunçtur ve reddeder, uygunluğunu görür ama bu uygunlukta yeni bir korkunçluk görür. Bir yaradan, daha sonra onun iyileşeceğini hissetsem bile daha az acı çekmem.

–Acının içinde aklın, kendi güçsüzlüğünü açığa çıkardığı ve acılara egemen olamadığı doğrudur; acının ulaştığı şiddet derecesi aklın çok az ağırlığı olduğunu gösterir; dahası akla, karışıklığı apaçık olan benin aşırı sertliğini gösterir. 

–Sadece onurluluk kaygısıyla onursuz olunabilir. 

–Tanımış olmak, artık tanımamaktır. 

–Benin özü, hiçbir zaman hiçbir şeyin onun yerine geçemeyeceği gerçeğine dayanır. 

–Beni iç daralmasının içinde gözyaşlarına boğulmuş biçimde kavrayabilirim ama sadece ölüm yaklaşırken, söz konusu olanı eksiksiz bileceğim. Kaçışsız bir şekilde ölürken, yapımı oluşturan ve içinde "var olanı" aşkınlaştırdığım büyük acıyı göreceğim. 

–"Ben"in tutkusu, onun içinde yanan aşk, bir nesneyi arar. Ben ancak kendi dışına çıkarak özgürleşir. Tutkunun nesnesini yarattığımı ve bu nesnenin kendiliğinden var olmadığını bilebilirim. 

–Günlük koşullarda zaman, biçimlerin sürekliliği veya öngörülen değişikliklerin içine kapatılmış, yok edilmiştir. Bir düzenin içine yerleştirilmiş devinimler, ölçüler ve eşdeğerlilikler sistemi içinde dondurdukları zamanı durdururlar. Felaket en derin devrimdir – "zıvanadan çıkmış" zamandır: İskelet, içinde aldatıcı varlığının ortaya çıktığı çürümenin çıkışında, felaketin imidir. 

–Zaman, gerçek görünen nesnelerin kaçışından başka bir anlama gelmez. Şeylerin özdeksel varoluşunun benim için sadece ölümcül bir anlamı vardır: Bu nesnelerin ısrarlılıkları ben için, ölüm cezasının yerine getirilmesi hazırlıklarına benzetilebilir. 

–(...) varlığın kendisi onu içeren ölümün içine fırlatılmıştır. 

–Beni öldüren dünyadan beni kurtaran ölüm, aslında bu gerçek dünyayı ölmekte-olan-benin gerçeksizliğinin içine kapatmaktadır. 

–Varoluş, içinde ateş ve parçalanmaların sarhoşluğa bağlandığı, şarkı söyleyen bir kargaşadır. 

–Bir kahkaha, bir tiksinti ifadesi, içinde derin yetersizliğimin kendini ele verdiği eksiklikleri, tümceleri, jestleri kabul etmektir. 

–Anne-babamızdan güvenimizi çekip onu başka insanlara devrederiz. Çocuğun, görünüşte anne-babasının sağlam olan varlıklarında bulduğu şeyi insan, yaşamın kurulduğu ve yoğunlaştığı her durumda arar. Yığının içinde kaybolan tekil varlık, merkezi tutan varlıklara, varlığın bütünlüğünü üstüne alma kaygısını devreder. En yalın durumlarda bile yaygın bir yapıyı koruyan toplam varoluşa katılmakla yetinir. 

–Varoluşumuz, varlığı tamamlamanın azgınlaşmış girişimidir. 

–Gülüş, girinti çıkıntılardan, aniden oluşan çöküntülerden doğmaktadır. Eğer sandalyeyi çekersem... ciddi bir insanın yeterliliğinin yerine birden son bir yetersizlik ortaya çıkar. Ne olursa olsun, hissedilen başarısızlıktan mutlu olurum. Ve ben de gülerek ciddiliğimi kaybederim. Sanki bu, kendi yeterliliğimin kaygısından kurtulmanın dinginliğidir. (...) Başarısızlığı, benim yeterlilik çabamı lekelemeyen bir kişiliğe... gülüyorum. 

–Uçurum ve depresyonlar aynı boşluktur: Biz olan varlığın boşunalığı. İçimizdeki varlık gizlenir, bizimle buluşamaz çünkü biz varlığı İpse'nin [ipse: kanıtlanamayan, dogmatik düşünce, derleyenin notu] içine hapsediyoruz ve varlık her şeyi kucaklamanın isteği-gerekliliğidir. Ve açık olarak komediyi kavrama olgusu burada hiçbir şeyi değiştirmez. Kaçamaklar (alçakgönüllülük, kendi kendine ölüm, aklın gücüne inanç) sadece daha fazla batmamıza yol açan yollardır. 

–İnsanın yetersizlikten kaçması ve tutkudan vazgeçmesi için hiçbir olanağı yoktur. Kaçma isteği insan olma korkusundan ileri gelmektedir: Bu isteğin ikiyüzlülükten başka bir sonucu yoktur –insanın olmaya cesaret edemediğini olması olgusu (bu anlamda, insan varlığı içimizde sadece embriyon durumundadır, tam anlamıyla insan değiliz). 

–Derin iletişim sessizlik ister. 

–Senin için yaşamak sadece sende birleşen akımlar ve ışığın kaçıcı oyunları olmayıp aynı zamanda bir varlıktan diğerine, senden benzerine veya benzerinden sana geçen sıcaklık veya ışık dalgalarıdır (hatta beni okuduğun şu andaki sana ulaşan ateşimin yayılması): Sözler, kitaplar, anıtlar, semboller, gülüşler sadece bu bulaşıcılığın, bu geçişlerin yollarıdır. 

–Her yalnız varlık, donmuş yalnızlığın yanlışlığını ele veren imgenin yararına kendi dışına çıkar. Kendi dışına kolay bir parlaklıkla çıkar, aynı zamanda bir dalganın bulaşıcılığına açılır, çünkü gülen insanlar birlikte denizin dalgaları gibidir, gülüş sürdüğü sürece artık aralarında bir engel yoktur, iki dalga kadar birbirlerine yakındırlar ama bütünlükleri, suların çalkantısının bütünlüğü kadar belirsiz ve eğretidir.

–Ortak bir gülüş gerçek bir korkunun yokluğunu varsayar ve buna rağmen korkudan başka bir kaynağı da yoktur. Gülüşü doğuran şey korkunu doğrular. Bu bilinmez büyüklüğün içinde, nereden olduğunu bilmeden, gizemli yalnızlığa terk edilmiş, acının içine batarak yok olmaya mahkûm olmuş biri olarak korkuya kapılmamış olduğun düşünülemez. 

–Eğer kırılmak zorunda değilsen parçalayıcı bir gerçeğin aynası hâline gelemezsin... 

–Yaşam ölümün, ırmaklar denizin ve bilinen bilinmezin içinde kaybolacaktır. Bilgi, bilinmezin girişidir. Anlamsızlık, olabilir her anlamın sonucudur.

Yazının derlenip hazırlanmasında gösterdiği alakadan ötürü değerli dostum Gökhan Özcan'a teşekkürlerimle...
______________________
(*) Georges Bataille, İç Deney, çev. Mukadder Yakupoğlu, YKY, Mart 2014.

Benzer okumalar:

Bir Ruhbilimci Olarak Balzac

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder