26 Mart 2013

Byambasuren Davaa Röportajı

Urna’yla nasıl karşılaştınız? Onun hakkında neden bir film çekmeyi düşündünüz?

Urna’yla 2003’te Münih’te karşılaşmıştım. Duygusal bir karşılaşmaydı aslında, çünkü o ve ben Moğolistan’ın iki farklı yerinden geliyor ve Münih’te buluşuyorduk. Başlangıçta Urna üzerine bir film çekmeye niyetim yoktu, ama sık sık buluşmalarımız ve kökenlerimiz ya da şöyle ifade edeyim, atalarımıza bağlılığımız ve bunun yıllar içerisindeki kültürel ilişkileri için yaptığımız konuşmalar beni heyecanlandırıyordu. Bu buluşmaları izleyen birkaç yıl içinde, birbirimize bir söz vermiştik. İlişkilerimizdeki fikir teatisini diğerleriyle paylaşacaktık. Bu ilginç olacaktı. Böylelikle filmin fikriyatı doğmuş oldu.

Cengiz Han’ın İki Atı, bu iki düşüncenin bir karışımı. O zamanlarda ayrıntılı bir şekilde yazılmış ve üzerinde derinlemesine konuşulacak bir şey değildi. Daha çok genel bir olguydu: bir zemin hazırlanmıştı. Filmin şarkısı da ana fikre, akışa uygundu. Bu şarkıyı Moğolistan’ın bütün çocukları tanıyor, ama sözlerini pek bilmiyorlar. Unutulmaya yüz tutmuş. Urna, geleneksel müzikleri seviyor, daha çok unutulmuş şarkıların koleksiyonunu yapıyor. Her yıl Moğolistan’a gidip böyle diğer şarkıları bulmaya çalışıyor. Onun bu şarkının kökenini Moğolistan’da arıyor olması fikri beni etkilemişti. Filmin de esas çıkış noktası buydu.

Peki, en başından beri şarkının kökeninde yer alan ve nihayetinde şarkının hikâyesini tamamlayan böylesi bir inanılmaz kadınla karşılaşacağınızı hesaba katmış mıydınız?

Bununla ilgili küçük bir anım var. Filmin çekildiği yıl Ulan Bator’da protestolar vardı. Fikrimiz şuydu: sabahları başkentten ayrılıp, çekim bitince yine başkente dönecektik. Ama bir gün uyandığımızda bütün bir şehir tanklarla çevriliydi. Hepimiz, hiç ummadığımız bir şekilde şehirden ayrılmıştık. Şoförlerimizden biri bizi izlemiş, sonra da şehre dönmek için bizi terk etmişti. Bundan dolayı başka bir sürücü bulmak zorunda kaldık, bir köylü. Rus markalı bir arabası vardı. Süre süre bizi Moğolistan’ın ıssız bir yerine sürmüş, tam olarak ne istediğimizi sormuştu. Ona Cengiz Han’ın İki Atı şarkısını aradığımızı belirttik. O da bunu bilen birisini tanıdığını ama hayatta olup olmadığını bilmediğini söyledi. Evet, bu yaşlı bir kadındı. Ve, şansımız yaver gitmişti.

Filmin merkezindeki esas konulardan biri birlik arayışı. Kırılmış keman Moğolistan’ın bölünmesini simgeliyor örneğin. Size göre, gelenekler –bilhassa müzik- bu ülkenin birlik arayışına bir yanıt verebiliyor mu?

Oldukça politik bir soru. Bu birlik arayışını bulma arzusu, sahiplenme her zaman var olmuştur, olacaktır da.  Eğer bunu gerçekleştirmek mümkünse, önümüzdeki gerçekle ya da zamanla yüzleşmeliyiz.

Gelenekten bahsedecek olursak, Urna’nın halk pazarında del (Geleneksel Moğol Giysisi) giymesi, geleneklerin yok olmaya yüz tuttuğu anlamına mı geliyor? Sizin izleniminiz bu yönde mi?

Kesinlikle. Ulan Bator’da kültürel bir değişimin olduğunu ve insanların Batı kültürüne uyum sağlamaya çalıştıklarını belirtebilirim. Daha çok Amerikan kültürüyle bir uyum. Bu bağlamda, geleneksel kıyafetlerin farklı bir yeri var. Örneğin, 11-13 Temmuz arası, Moğolistan Ulusal Bayramı. O gün, gencinden yaşlısına, köylüsünden efendisine kadar herkes geleneksel bir kıyafet giyer.

Filmde Urna Moğol Kültürünün bir ateşesi gibi. Batıda büyük bir başarıya ulaşan Almanya yapımı filmler çekiyorsunuz. Sizi de bir ateşe olarak görmemiz mümkün mü?

(Gülüşmeler…) Ateşe seviyesine çıkmayı hiç istemeyen biri olarak, bunun zamanla pratikte olabileceğini söyleyebilirim. Filmlerimde Moğol kültürünün geniş bir yayılımı var.

Filmleriniz Moğolistan’da da gösteriliyor. Orada nasıl karşılanıyor?

Çok farklı. Ağlayan Devenin Öyküsü ile büyük bir başarıya ulaşmama rağmen, Moğolistan’da bu filmle tam bir hayal kırıklığına uğradım. Gösterime girdiği ilk hafta sadece 82 kişi tarafından izlenmiş, ben de filmi geri çekmek zorunda kalmıştım. Bunun iki sebebi var. Birincisi, belgesel olduğu için bunu sıkıcı düşünen seyirciler. Aslında Moğolistan’da komünist sistem propagandası filmlerini benimsemiş türe bir önyargı var. Sonraysa belgesel ve insanları korkutabilen propaganda filmlerine karşı bir tutum. İkincisiyse, Moğolistan’daki herkes Ağlayan Devenin Öyküsü’nü biliyor. Yani onlara göre yeni ve orijinal bir şey yok.

Moğolistan Sineması hakkındaki görüşleriniz neler?

Moğolistan Sineması’nın tarihi 1920’lerde başlıyor. İlk film Rusların desteğiyle Moğol bir yönetmen tarafından çekilmiş. Rusların o zamanki destekleri 1936’lara kadar sürüyor. Açık ekonomi olmadığı için filmler devlet tarafından finanse edilmiş. Gerek propaganda filmleri olsun, gerekse toplumsal dramlar sansüre maruz kalmamış. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sinema endüstrisinin bağları çözülmüş. Bu geçiş döneminde  çok az sayıda film çekilebilmiş, hatta hiç. Ama zamanla, gelişen teknolojiyle sinema endüstrisi kendini toparlamış. Artık büyük stüdyolara ya da laboratuvarlara  pek gerek yok. Çünkü her şey dijitalleşiyor. Bugün, dijital teknoloji ve bilgiler bu sahada büyük bir yer kaplıyor.

Sinematografik şemanız için nasıl bir etki söz konusu?

Münih Sinema Okulu’na gittiğimde bir belgesel ile karşılaşmıştım, o zamana dek belgesellerin propaganda filmler olduğu önyargısına sahiptim. Burada, Münih’te, sansür yoktu. Sansürden koptuğunda belgesel başka bir şey oluyordu. Bunu anlamıştım. Çocukluğum Moğolistan’da geçmişti, sansürün ne demek olduğunu gayet iyi biliyordum çünkü. Kötü kapitalistler, iyi sosyalistler vardı ve dünya ikiye bölünmüştü. Ta ki Münih’e gelinceye dek. Münih’teydim ve kendime bir söz verdim. Sessiz, yorumsuz ve de propaganda içerikli belgeseller çekmeyecektim. Öyle de oldu diyebilirim. Niyetim, kahramanlarımın istedikleri gibi kendilerini göstermeleri ve ifade etmeleri. Bu benim belgesel çekimimin omurgasını oluşturuyor: kurgu ile belgesel arasında bir karışım yapmak.

Başka projeleriniz var mı?

Birçok proje üzerinde çalışıyorum, ama hiçbiri şu zamanda çekilmeye hazır değil. Belki, tüm bunların bir kurgusu olabilir.

Yine Moğolistan’da mı çekeceksiniz?

Sadece orası değil ama yine de bir ihtimal.

Son olarak okuyucularınız için ne söylemek istersiniz?

Filmimde Moğolistan’ın güzelliklerini keşfedebileceğiniz harikulade bir keşif yolculuğu dilerim.

Fransızcadan çeviren: Ali Hasar