Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
Kalem, 4.
—
İnsan başlı başına bir mucizedir, ama bilge insan bir keramettir.
Hermes Trismegistus
—
Tu meger ber leb-i âbî be heves benşînî
Verne her fitne ki bînî, heme ez hod bînî
Bir su kenarında hevesle oturursan
Gördüğün her fitneyi hep kendinden görürsün
Hâfız Divânı, Gazel 484.
Fıtrat diline yakın bir sinema grameri kullanan Mecid Mecidî'nin, Hz. Muhammed'in ilk dönem yaşantısına odaklandığı ve epik unsurları kullandığı Muhammad: The Messenger of God (Hz. Muhammed: Allah'ın Elçisi) filmi, tipik Mecidî sinemasının başat lirik motifinin dışında bir alana ve bu alanın merkezindeki peygamberin derinliğine, onun mucizevî sekanslarına odaklanıyor.
Çekimi uzun yıllar süren ve gösterimi konusunda muhtelif tartışmalara sahne olan film, zâhir ve bâtın üzerinden sünni ve şii kültürü karşı karşıya getirebiliyor.
Mecidî İslâm-öncesi coğrafya girizgahıyla bir poetikaya girişir, zihin mekânını inşa eder, atlas içinde atlas: doğan güneş, uçsuz bucaksız kum yığınları, kevnî tabiat. Ebrehe ve yüce ordusunu (bâtıl), Kabe'nin üzerinde dolaşan ve nihayetinde cümle orduya hücum eden Ebâbil'i (hak) göstererek muhayyilemizde ilk olarak iki ayrı ama uçurumlu bir virajla ayrılan olguları gösterir. Mecidî'nin mekan-kronoloji düzleminde Fars dokusu (karakterler), Fars belagatı Arap-Fars dikotomisi açısından ayrı bir parantez olarak değerlendirilmeye açıktır. Bu bağlamda, Fars aklıyla Arap aklının düşünce fragmanları, kültürel ve tarihsel olarak kendi derunlarında kimi zaviyelerden ayrıştığı da pekala görülebilir. 3 ayrı film olarak düşünülen serinin ilk yapımındaki temel iskelet, Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi döneminde, saf çocukluğuna odaklanarak merhamet, bilgi, saf levha ve dönemin koşulları üzerinden müteşekkildir.
İslâm'da Tanrı'nın sözü Kuran'dır; Hıristiyanlık'ta Hz. İsa'dır. Hıristiyanlık'ta, kutsal bildirinin taşıyıcısı Bakire Meryem'dir; İslâm'da ise Hz. Peygamber'in ruhudur. Bakire Meryem'in bakire olmasını gerektiren aynı nedenden dolayı, Hz. Peygamber'in de okuma yazma bilmemesi gerekir. Kutsal bir bildiriyi taşıyacak insanın saf ve renksiz olması gerekir. Kutsal Söz sadece insan alıcılığının saf ve "el değmemiş" levhası üzerine yazılabilir. Eğer bu "söz", et biçimindeyse saflık, Söz'ü doğuran annenin bakireliği ile simgeleştirilir... Peygamberin okuma yazma bilmeyen doğası, alıcı olan insanın kutsal karşısında nasıl tümüyle edilgin olduğunu göstermektedir. Ruhun bu saflığı ve bakireliği olmasaydı, Kutsal Söz, bir anlamda tümüyle insanî olan bilgi ile boyanacak ve insanlığa kendi ilk baştaki saflığı ile sunulmamış olacaktı.
Seyyid Hüseyin Nasr, Ideals and Realities of Islam.
Çağrı (The Message) filmi üzerinden geliştirilen cihad ve sökün eden cenk kavramları ve de dönem coğrafyasındaki maddi refahlık (zengin/yoksul) çerçevesinde mayalanan tema, Muhammad filminde Ümeyyeoğulları-Haşimoğulları arasındaki çekişmeye ve merhamet eksenine kayar. Yönetmen, filmin geneli için İslâm'ı Doğu-dışı toplumlara aktarırken selâmet fikrinden ve bütünleyici duyarlılık sahasından hareket eder. Nuh (Noah) filmindeki ya da Nasıralı İsâ modelli filmlerdeki büyülü atmosfer, mistik/majestik kurgu Muhammad filminde de, A. R. Rahman'ın çok katmanlı müzik geçişleri eşliğinde vuku bulur. Mesiyanik'vâri kadrajlar ve müzikler Ehl-i kitap teolojisini anımsatabilecek unsurları akla getirebilir. (Bkz. Mezmurlar) Hz. Amine figürünün saf ve berrak tasviri için Hz. Meryem ile bağ kurulması da bu menzilden okunabilir. Etkileyici hareket ve muhayyile ile cihânda bir pergel gibi dolaşmayı yeğler Mecidî. Filmdeki sadık ve kâmil Hıristiyan-Yahudi din sınıfının anlatısı ve beklenen peygamber için sergilenen tavır, kavmiyetçi kodların öne çıkarılması Dinler tarihi açısından dikkate şayan bir husustur; yönetmenin sevgi, iyilik ve merhamet üçlüsünden günümüz İslâmofobi çatışmalarına karşı bir tavrı hissedilebilir. Bu noktada Mecidî'nin Tunuslu yönetmen Nacer Khemir ile aynı yörüngede dolaştığı aşikardır:
Babanızın yanında yürüdüğünüzde ve onun çamura batıp yüzünün kirlendiğini gördüğünüzde ne yaparsınız? Kalkmasına yardım eder, ceketinizle ya da gömleğinizle yüzünü silersiniz. Babamın yüzünde her zaman İslam'ı gördüm ben. Filmimde bilgelik ve aşk dolu, misafirperver ve metanetli bir Müslüman kültürünü göstererek onun yüzünü silmeye çalıştım. Başka bir deyişle, 11 Eylül sonrası histerik dünya ve medyanın yansıttığı İslam algısına karşı çıkan bir duruşla Bab'Aziz fikriyatını işledim. Köktendincilik, entegrizm İslam'ın esas temellerini bozabilen bir anlayış. Bu film, İslam'ın gerçek yüzünü göstermek için oldukça gösterişsiz bir yaklaşımdı sadece. Aşk ve çile dolu Sufi geleneği üzerine kurulu bir film olduğu gibi, aynı zamanda aşırı derecede politik göndermeleri, bilinçli eylemleri olan bir film. Bugün İslam’a dair başka bir şey söylemek bizim görevimiz. Aksi takdirde, herkes bir diğerini tanımamasından dolayı bir buhrana sürüklenebilir. Bu, insanların boşlukta boğulma korkusu gibi. Bugün Fransa'da 5 milyona yakın Müslüman bir kesim yaşıyor. Komşusunun içtenliğini, hakikatini görebilme adına misafirperver yansımalar var filmde. Misafirperverlik sadece evine alıp ağırlamak değildir, ilk olarak komşunu dinleyebilmektir. Siz, evinizde insanları ağırlamayabilir, onlara vakit ayırmayabilirsiniz. Misafirperverliğin ilk düsturu, dinlemektir. Benim için Bab'Aziz öncelikli olarak dinlemeyi anlatıyor, sonraysa gerçek bir buluşmayı, kavuşmayı: Bir insanın komşusuna karşı misafirperverliğinin bir biçimini. (Fransızcadan çeviren: Ali Hasar)
Suların daha derin olduğu yere git...
Luka, 5: 4
Çöl müzikleriyle hafızalara kazınan Fransız besteci Maurice Jarre, Çağrı'nın epik yönünün vurgusunda önemli isimlerden biriydi. A. R. Rahman'ın Mecidî'nin filminde seçtiği çok katmanlı ve geçiş müzikleri akıllara mistisizmi ve Batı teolojisini getirse de ve klasik müslüman coğrafyasında kültür karmaşası oluştursa da, bunu self-oryantalizm olarak yorumlamaktan ziyade kâmil bir dereceden, beynelmilel bir bakış olarak değerlendirmek daha yerinde olacaktır.
Önceleme diyebileceğimiz bir teknikle ve flashback'lerle ilerleyen film, İslâm teolojisine ve siyer bilgisine vukufiyeti bulunmayanlar için bağlamı yakalama noktasında bir handikap olabilir. Tümel bir film olan Çağrı'daki Hamza karakterinin dominantlığına paralel olarak; tekil bir film olan Muhammad'deki Abdulmuttalip, Ebu Talip vurgusu, Ebu Talib'in imanı ve Hz. Peygamber'in temsil meselesi (mücessem) filmin tartışma koparan satır başlarını oluşturmaktadır. Temsil meselesinde sünni okumanın hassasiyet gösterdiği bilinirken, şii temayül bu konuda yerleşik düşüncenin ötesinde konumlanarak sureti göstermeyip konuşmaları altyazı ile sunmakta, Hz. Peygamber'i mekanlar-üstü ve mekanlar-içi bir pozisyonda tasvire yanaşmaktadır. Bir görüşe göre, Hz. Peygamber'in yaşadığı coğrafya kuraklık ve çöl iklimi detaylarıyla belirginken yönetmenin Hz. Peygamber'in doğumuyla mekanı bereketlenen coğrafya ve gül yaprakları imajıyla sunması, yönetmenin semantik olarak bir rahmete işaret ettiğini gösterebilir. Kurgudaki Yahudi din sınıfının (Samuel) büyük yer kaplaması ve filmin gidişatında ön sıralara çıkması, Ebu Leheb'in nübüvvet-öncesi kötücül yönlü betimlemesi tartışmaya açıkken; Hz. Peygamber'in ummana nazır bir balıkçı kabilesindeki sahneleri, Hz. Musa'vâri atıflar yönetmenin bağlam konusundaki hissiyatlarından biri olduğu kadar Yahudi-karşıtlığını bir nebze olsun kırma amacı taşıdığının ve derinlerde bir yerde "Bir" olunduğunun altını, ilgili ayetleri filmde vermesiyle çizmektedir.
***
Son mertebede, ortada semantik/görsellik kabilinden bir emek olduğu açıktır. Muhammad filminin teolojik açıdan biraz daha ortodoksî ilgiye ihtiyacı olduğu ve tartışmaya matuf özellikleri barındırdığı zikredilebilir. Ama hayat, ilahiyattakilerden biraz daha gayriresmîdir. Teo-politik kuşaklar, insanın akıl melekesine öyle hücum eder ki insan aklıselimi arar olur. Mecidî'nin bu çalışması uzun-dönem tartışmaları, temsil meselesi üzerinden yorumları beraberinde getirebilecektir hiç şüphesiz.
İçimizde çeşitli kesinlikler yatar. İnsan, dogmatik yönünü ve ön yargılarını kırdığı ölçüde fanatizmin şeceresinden sıyrılmayı başarabilir. Birbirine kavuşmadığından dolayı savrulur insan, biteviye aynı şey için acı çeker: halesizdir. Hele bir kendi evinde otursa, içinde ne kadar eşyanın eksik olduğunu görebilecektir. Kişi kendine hükümranlık devşirdiği derecede saf bilginin kudretinden uzaklaşır. Hükümranlığı yetmezmiş gibi sefih bir hülya kurar ve herkesi iman ettiği şeye yönlendirir, vaaza başlar. İnsanın tabiatı bu noktada başkalaşır: mazlumken zalim olmaya meyleder, gözü dönmüşcesine.
Bilgelik birliğe götürür, cehaletse ayrılığa...
Benzer okumalar:
—Franco Zeffirelli, Nasıralı İsâ (Gesù di Nazareth)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder