29 Nisan 2018

Robert Bresson — Mouchette



Mouchette, 1967 yılı yapımı Robert Bresson başyapıtı. Georges Bernanos’un kitabından uyarlama olan bu film sefalet, acımasızlık, merhamet ve toplumun kendi içinde düştüğü inkara, yalan ve de daha fazlasına işaret ediyor. Mouchette, toplumun sancılı çocuğu, vicdanlara seslenen, savaşın artıklarından kalan bir kız çocuğu. Bresson’un evrenindeki katran kalplerine sunduğu bir zıtlığın perdesi Mouchette. Kasabada Mouchette’in başından geçen olaylar silsilesi kaderi, insanın içinden asla çıkamayacağı acı gerçekliğini sunuyor. 

Bresson, Bir Taşra Papazının Güncesi ve Au Hasard Balthazar filmlerindeki gibi, sadeliğe yöneliyor. Mouchette’in alkolik babası, yatalak annesi ve küçük kardeşiyle kasabaya bir kasvet çöküyor. Babası, toplumun içindeki en zayıf karakter. Mouchette’e ilgisizliği, ona sertliği ve de bu zayıf karakter yapısının ardında yatan merhametsizliği Mouchette’in çemberindeki insanlara öz bir tahlil sunmakta, Bresson karakter seçiminde amatör rüh anlayışını sonuna dek götürmektedir. Baba, bir kangrene neden olan zehirli bir ruh. Anne, ona göre daha uysal, karanlığın içinde yatan bir ışık ve masumiyet çizgisi olmakta. Yatalak gördüğümüz anne, hayatın tokatını yemiş, zorluğun önünde sessizce yatan, boyun eğmiş bir imaj. Mouchette’in küçük kardeşiyse şimdiden kundakta geleceğine barikatler örülen bir nesil, geleceği elinden alınmış bir toplum figürü. Mouchette, bu çemberin merkezinde yer alan, bütün derdi omuzlayan, küçük yaşıyla büyük sorunları sırtlamış, içine yönelişiyle ötekileşmenin ön sırasında yer alan bir insan. O, her yerde. 

Olay örgüsünün ikinci planda kaldığı, karakterlerle öne çıkan bir film Mouchette. Bresson, Mouchette üzerinden bizim kendi iç dünyamıza, zihinlerimizin derinliklerine inme şansı veriyor, eksikleştirilmiş sahne ve kopuk bağlarıyla gerçekliğe tam hakim olmayarak yaşanılanların buğulu dünyasının pencerelerini açıyor. Burada üzerinde durulması gereken Bresson’un karakterleriyle bizim kendi duruşumuz arasındaki mesafedir. Bresson, hiçbir zaman karakterleriyle bir bütünleştirmeye gitmez. İzleyicisine temas sunmaz. Mouchette’in geniş perspektifte eksiltili sekanslarıyla, bütünün içinde bir alt skala olmasıyla gittiğimiz eşik birbirlerine bağlı olan kilit gibi, asla çözülemeyecek olan. Mouchette’in evreni karanlık. Sevgi, ilgi, merhamet kavramlarının yoksunluğundaki tek başınalığı ile Mouchette’in istek - eylem düzleminde kendisine zarar verecek olan adamdan sevgi/ilgi duyması onu ve bizi farklı diyarlara götürecektir. Bizi belki de en çok üzen de Mouchette’e karşı sadece empati yapabilmemiz, ona yardım edemiyoruz. Bresson, “Mouchette sefalet ve acımasızlığın kanıtlarını sunuyor. Mouchette'e her yerde rastlanabilir: Savaşlar, toplama kampları, işkenceler, suikastler” sözünü söylerken filmden öteye gittiğimizi bir kez daha kanıtlayabilmektedir. 

Mouchette’in yaşıtlarıyla sorunu, toplumun o uzlaşılmaz yönü ve de sistemin kaldıracının vicdanlara nasıl da çarptığının izleriyle kesişiyor. Mouchette, düzen denilenin altında ezilmiş, toplumların “sessiz kaldığı” insanlardan, olaylardan, hayatlardan sadece bir kesit. Biz cesaret edip bir şey söyleyemiyoruz. Mouchette’in bu döngüdeki yeri bu şekilde bir ivme kazanıyor. Filmin seyrindeki kesintilik, olayların ters düzlüğü, ve toplum yapılanması içindeki hiyerarşik statünün bariz bir form içinde manaya dönüşmesi kaçınılmaz olabilmekte, Mouchette’in detaycı bir kadraj içinde değil de gereken yerde, olması elzem sahneleriyle de Bresson’un izleyicisi için bir tasavvur kapısı şeklinde bir konumlanabilme vardır. Çoktan ziyade öze ve toprağın filizlenişine, acının büyümesine bir yöneliş denilebilir. 

Yalıtılmışlığın ötesinde yatalak annenin o öldükten sonra ne olacağını söylemesinden sonra Bresson’un boş bir sandalyeye odaklanışı aslında filmin genelinde bir sefaletin, acının, boşluğun ve de çözümlenemeyen gerçekliğin baskın olacağına bir atıf. Bresson’un “huzurlu ve sevgi dolu Fransa” imajını Mouchette ile yıkıp geçtiğini söylememiz yanlış olmayacaktır. Piyano başında bir çocuğun mutsuz bir şekilde şarkı söylemesinin arkasında yatan gerçekler bizleri huzursuz ediyor. Mouchette’in kilisenin girişlerindeki hareketi Tanrıya karşı içindeki bastırılmış isyanın, öfkenin yansıması. Mouchette, iyi bir insanın bile sonunda ne kadar da pasifleştirilmiş, yalnızlığın gücüyle giderek katranlaşan bir kalp ile kalacağını içten içe sıralıyor. Au Hasard Balthazar’daki Marie ve Balthazar bizim sempatimizi kazanır, empatimizi kazanamaz. Durum Mouchette’de biraz farklı seyrediyor bu açıdan da baktığımızda. Mouchette’e karşı insanların bu derece tutarsız oluşu, itip kakması Bresson’un adeta soğuk ironisinden önce gerçekleşen hamleler. Olayların öncülleri sıralanıyor. 

İnsanın fıtratındaki acının ve yaşanmışlıkların kalp ile nasıl ile yeşerdiği ve ezilip gittiği yatıyor Mouchette’de. Bresson’un Mouchette’i dönem filmi olmaktan çıkıp günümüze uzanıyor. Acının insanın maneviyatında gittikçe büyüyen bir çıbana dönüşebileceğini resmediyor. Bresson, kendi hakimiyetini kuruyor, amatör ruhun siyah beyazlığa karışıp renklere inat Fransız Parodisini sunuyor Mouchette ile. Yoksulluk, dram, keder ve ötekileşme yolunda zayıf ama bir o kadar da güçlü karakterimiz Mouchette’in döktüğü göz yaşlarından daha fazlası var bu filmde. Sonuysa hiç bitmeyen bir hüzün. Ellerde kalan, Bresson’un bizleri duyarsızlaştırıp kendi duyarlılığı ile sinema estetiğine yönelişi. 1967 yılının ardı gelmeyen sefaleti dünyada hâlâ sürüyor ve insan hep aldanıyor, yanılıyor. Mouchette’e sahip çıkmıyor, sessizliğe gömüyor onu. Mouchette ise, karanlığın pençesine düşüyor, acziyeti onun kurtuluşuna yet-e-miyor. İçindeki sevgisizlik tohumları vücudunu sarıyor. Biz belki bu yüzden Mouchette’i Bresson’un başyapıtlarından biri olarak görüyor ve belki de Bresson’un sinemasal dilini çözümlemeye giderken hayatın kendi gerçekliğiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Çorapları yırtık Mouchette, ayakkabısı yırtık Mouchette. Gecenin ardından gelende yokluğa uzanıyor. 

Asılmışların Baladı.

Ocak 2012.

Robert Bresson ve Mouchette

23 Nisan 2018

Halil Cibran'ın Mihail Nuayme'ye Mektupları

İsa, Getsemani Bahçesi'nde – Ilya Repin.


Fransızcadan çeviren:
Ali Hasar

Mihail Nuayme Lübnan’ın ve Ortadoğu’nun önemli, edebî bir şahsiyetiydi. Nuayme New York’ta yaşarken, Cibran’la etle tırnak gibiydi. Cibran ölüm döşeğindeyken, Nuayme'den son nefesine kadar hastanede kendisine refakat etmesini istemişti. 

Mihail Nuayme’ye, Boston 1921 

Kardeşim Micha, 

Er-Râbıta dergisinin son sayısını okuyup önceki sayılarına göz gezdirdikten sonra aramızda derin bir uçurumun olduğuna inandım. Ne biz onlara gidebilir ne de onlar bize gelebilir. Ne yapmaya meyletsek de yarım yamalak edebî cümlelerden azade olamayız. Manevî özgürlük içerden gelir. Bu hakikati herhangi bir kimseden daha iyi biliyorsun. 

Kimi bilgeliklere göre Tanrı’nın uykuda kalplere koyduğu şeyleri uyandırmaya çalışma. (…) 

… İşte deliliğin kıyısındasın. Ürkütücü doğasında yüce, yüceliği ve güzelliğinde de ürkütücü bir haber mevcut burada. Bencillik yoksunluğuna doğru deliliği ve ilk adımı kastediyorum. Deli ol, Micha. Deli ol ve ruh sağlığı örtüsünün gerisinde ne olduğunu söyle bize. Hayatın gayesi bizi bu sırlara mülaki kılmaktır ve delilik bunun yegâne vasıtasıdır. Deli ol ve deli kardeşin için deli bir kardeş kal. 

Cibran

***** 

Mihail Nuayme’ye, Boston 1921 

Sevgili Micha, 

Émile Zeydan’ın hoş bir mektubu bu. Ciddiyetle oku ve her zaman yaptığın gibi gösterebileceğin en iyi özeni göster. Burada, şehirde ve civarında sıcaklık bunaltıcı. New York nasıl? Sen neler yapıyorsun? 

Kalbimde, Micha, sallanıveren, yürüyen ve bir bulut gibi yayılan gölgeler ve suretler var, ancak kelimelerle onlara bir şekil vermekten acizim. Belki de bu kalbin bir yıl önceki hâline rücu etmesine dek sessizliği elden bırakmamam gerekecek. Sessizliğin bana yaraması bir ihtimal, ama heyhat! Sessizlik çetin ve konuşmayla, ezgi söylemeyle ülfet etmiş birinin yüreği içinse bir elem. 

Sana ve sevgili biraderlerine en içten selamlarımla. 

Cibran 

***** 

Mihail Nuayme’ye, Boston 1922 

Saba’nın ölümü derinden sarstı beni. Gayesine ulaştığını, şikâyet ettiğimiz şeylere karşı şimdi hayat bulduğunu biliyorum. Sadece bunu biliyorum ve özellikle bunu bilmenin kederimin yükünü hafifletmemesi ne tuhaf! Bu üzüntünün manası ne olabilir? (…) Ona duyduğum kederim hakikatte gençliğimin bir hülyası değil midir? Her ne kadar bu gençlik yaşanmadan geçip gitmişse de. 

Keder ve muazzez bir insanı yitirmekten duyulan esef, insan bencilliğinin izdüşümleri değil midir esasında? (…) 

Dünyayı elinin tersiyle itme fikrin tamamen şahsıma matuf. Uzun bir süre; bir inziva yeri, küçük bir bahçe ve bir abıhayat kaynağını düşledim. (…) 

İstikbalin, Micha, bizi Lübnan vadilerinin bir kıyısındaki bir inziva yerine yerleştireceğini söylüyorum. Bu sahte medeniyet, ruhumuzun tellerini kopma noktasına dek gerdi. Bunlar kopmadan gitmeliyiz. Ancak, gidene değin sebatkâr, sabırlı olmak zorundayız, Micha. 

Biraderlerimize selamımı ilet. Onları sevdiğimi ve görmeyi, ruhen onlarla yaşamayı arzuladığımı söyle. Tanrı seni korusun, Micha, gözetsin ve seni bir kardeş olarak kardeşine esirgesin. 

Cibran 

*****

Mihail Nuayme’ye, Boston 1923 

Uzun süreli sessizliğimi bağışla, biraderlerinin ve biraderlerimin affına sığınırım. 

Bu yazın başında doktor her türlü yazıdan uzak durmamı söyledi; kendimle arzum ve kız kardeşimin ve kimi ahbaplarımın arzusu arasındaki uzun bir savaştan sonra söylediklerini kabullendim. (…) 

İki ya da üç hafta sonra New York’a dönüp biraderlerimin yanında olacağım. Şayet beni içlerine kabul ederlerse, nasıl sevindiklerini anlayacağım. Ne bir dilenci dilenmek ne de bir suçlu şartlarını öne sürmek zorundadır. Üç aydan beri sana yazdığım ilk mektup bu. 

Herkese çok selam. Tanrı seni korusun ve kardeşine bağışlasın. 

Cibran 

***** 

Mihail Nuayme’ye, Boston 1928 

Sevgili Micha, 

Selam üzerine olsun. Sağlığımı, sıhhatimi soruyorsun; çok düşünceli ve yüce gönüllüsün. (…) Üç hafta evvel New Babylon’a geldiğini haber aldım. Söyle bize, ey gençlik baharı! Maddi ve manevi yokluğunun ne tür hazinelerini yanında götürdün? Bir hafta sonra New York’a gelip getirdiklerini görmek için ceplerini yoklayacağım. 

Bir gün ve ertesi gün hastaysam da, İsa kitabı tüm yazımı aldı. Çok önceden yayınlanmış olmasına rağmen yüreğimin hâlâ orada olduğunu, onunsa bu sayfadan uzaklaştığını söyleyebilirim. 

Cibran 

***** 

Mihail Nuayme’ye, Boston, Mart 1929 

Sevgili Micha, 

Sağlığımı merak ediyorsun, çok incesin. Şu anda afiyetim yerinde, Micha. Romatizma ağrıları gitti. (…) Ancak, hastalık kaslar ve kemiklerden daha derin bir yere yerleşti. Sağlıklı mıyım yoksa hasta mıyım diye daima soruyorum kendime. 

Micha, sürekli sağlıkla hastalık arasında bulunmak üzücü bir durum. Bu, ömrümün mevsimlerinden biri. Senin ömründe de kış ve ilkbahar var: Ne sen ne ben hangisinin diğerine gerçekten yeğlenir olduğunu bilebiliriz. 

Yeniden buluşacağımız zaman bana ne olduğunu anlatacağım. Böylelikle, bir gün sana “Sen kendi Lübnan’ına sahipsin, ben kendi Lübnan’ıma” diye neden bağırdığımı anlayacaksın. (…) 

Önceki bir mektubumda doktorların beni çalışmaya karşı uyardığını söylemiştim. Gelgelelim, en azından ruhen ya da inadına çalışmak dışında yapabileceğim hiçbir şey yok. Michelangelo, Shakespeare, Spinoza, Beethoven’ın yaşamına ayrılan 4 hikayeden müteşekkil bir kitap hakkında ne düşünüyorsun? Başarılarının acı, tutku, göç ve insan kalbinde kıpraşan umudun kaçınılmaz sonucu olduğunu göstersem nasıl olur? Bu tür bir kitap hakkındaki fikrin nedir?

Yeterince bahsettim. Ermişin Bahçesi’nin tashihine gelince, kararımı verdim ama, şimdilik editörlerden uzak durmamın akıllıca olacağını düşünüyorum. 

Sevgili biraderlerimize çok selam. Tanrı seni korusun. 

Cibran