24 Eylül 2017

Bir Ruhbilimci Olarak Balzac

Paul Klee, Magie des poissons.



Vadideki Zambak'tan (Le lys dans la vallée) derlenen bu cümleler, Honoré de Balzac'ın insan ruhuna bir ruhbilimci aşinalığı ve titizliği ile temas edebilme kabiliyetinin ispatı ve tezahürü olarak okunabilir.

Ruh hastalıkları istekleri, içgüdüleri olan yaratıklara benzer, topraklarını büyütmek isterler.

Zorbaca yasaklar, çocukta bir tutkuyu büyüklerde olduğundan da fazla biler; çocukların yalnız yasak şeyi düşünmek gibi bir üstünlükleri vardır, bu şey onlar için dayanılmaz bir çekicilik kazanır.

Aşk, kendisi olmayan her şeyden dehşet duyar.

Gerçek bir duygu bölünmez, ya tümdür ya hiç yoktur.

Ruh dünyası, hiçbir şeyinin saltık olmayışıyla madde dünyasından ayrılır; etkilerin, şiddetli huyların ya da bir olay çevresinde bir araya getirdiğimiz düşüncelerin gücüyle oranlıdır.

Ruh hiç çözümlemeden tadar hazlarını; ama daha sonra çalkantılı bir yaşamın karanlık yüzeyinde nasıl bir şiddetle belirirler! Tıpkı elmaslar gibi, alaşım dolu düşüncelerle, silinmiş mutlulukların anısında erimiş pişmanlıklarla mıhlanmış bir biçimde parıldarlar!

Bütün insan eylemlerinin dibinde bir belirleyici nedenler labirenti vardır. Talihiniz önünüzdedir ama bu dünyada hiç kimse talihini yardımsız kuramaz.

Çoğu mutsuz ruhlar için, yarın anlamsız bir sözcüktür.

Deha gibi aşkın da sezgileri vardır.

Her şey olmayan sevgili hiçbir şey değildir.

Gerçek tutkular, yetiştikleri topraklar ne denli nankörse, görülmeleri de o denli haz veren güzel çiçekler gibi görünürler.

Bir kadında kadını severiz; oysa ilk sevilen kadının her şeyini severiz.

Erkeklerin uğraşıları acılara dayanmak için birer kaynaktır, işlerin akışı onları oyalar; biz kadınlara gelince; ruhumuzda acılara karşı hiçbir dayanak noktası yoktur.

Geçmiş görüntülerin canlanışı her zaman tinsel bir dünyanın bölgelerinde geçmez mi?

Acı sonsuzdur, sevincinse sınırları vardır.

Yaşamı yermeyin. Aşkı bilmiyorsunuz, parıltıları göklere ulaşan hazları vardır.

Nezaket, başkaları için kendini unutmuş görünmekten başka bir şey değildir.

Bir iyiliğin uyandırdığı minnet mi fazladır, yoksa kırılan bir umudun uyandırdığı kızgınlık mı?

Ruhsal yalnızlık da yersel yalnızlığın etkilerini doğurur: Sessizlik en hafif yankıları sezmeyi sağlar, kendi kendine sığınma alışkanlığı da inceliği sevgilerin en ufak ayrımlarını gösteren bir duyarlığı geliştirir.

Anı anı yeni baştan alınan geçmiş büyür; gelecek umutlarla donanır.

Bencillikle incinmiş sevgiler, yakınlık duygularını fazla desteklemezler; yürek her türlü hesaptan, çıkardan tiksinir.

Acılarını belirtmelerine engel olan bir utanç vardır soylu ruhlarda. Bunları haz dolu bir acımayla sevdiklerinden gururla gizlerler.

Genç yaşta insanın kötü niteliklerini çevresindekiler bastırır, tutkular hızlarını keser bunların, insanlık saygısı bunları hep engeller; daha sonra, insan yaşlanınca, bir de yalnız kalınca, küçük kusurlar ne denli uzun zaman bastırılmışlarsa, o denli korkunç bir biçimde ortaya çıkar.

Güç bağışlayıcıdır, açıklığa boyun eğer, doğrudur, sakindir; oysa zayıflığın doğurduğu tutkular acımasız olur.

Her şeyi belli olan merak illeti bulaşıcı değildir; ama delilik, nesneleri ele alış biçiminde oldu mu, sürekli tartışmalar altında gizlendi mi, çevresindekilere büyük zararları dokunabilir.

Doğayı büyüklüğünce izleyen kimseler, onda her şeyin benzeşim yoluyla birliğe doğru gittiğini görürler. Ruhsal dünya da böyle bir ilkeyle uysa gerek. Arı bir çevrede, her şey arıdır.

Aşk da ruhun sonsuz alanlarında, güzel bir vadide yağmurların, derelerin, sellerin geldiği, ağaçların, çiçeklerin düştüğü, kıyının kumlarının, tepelerdeki kaya parçalarının düştüğü bir büyük nehir gibi değil midir? Duru çeşmelerin ağır ağır gelen suyuyla olduğu gibi boralarla da büyür. Evet, insan sevdi miydi, her şey aşka doğru gelir.

Önceden sezdiğimiz bir yazgı ve tümüyle kopmamış olduğumuz eski içgüdülerimizin anıları: Etsel bir aşkla tanrısal bir aşk arasında, hepimizin geçirdiği çarpışma buradan ileri gelir. Kimi maddenin hazlarıyla ruhun hazları arasında kararsız bir durumda gidip gelir, kimi de veremeyeceğini isteyerek eti ruhsallaştırır.

Sonsuz, gönlün alanıdır.

Sevgilinin doyurduğu aşkın sınırları vardır, madde sınırlıdır, güçleri hesaplanabilir, ister istemez doygunluklarla karşılaşacaktır.

Ruhsal acılar ölçülemez, ruhların inceliğiyle oranlıdır.

Aşk uçup gittikten sonra, sevgililerin birbirlerini görmemelerini gerektiren korkunç zorunluluğu anladım. Bir zamanlar egemen olduğumuz yerde artık hiçbir şey olmamak! Yaşamın sevinçli ışıklarının parladığı yerde ölümün sessiz soğukluğunu bulmak!

Boşluğun dehşetini anlamak için, bakışların, iç çekişlerin, her şeyin merkezi, yaşamın özü, herkesi aydınlatan ışık kaynağı olmak gerek.

Her büyük sevgi, borçlu olduğumuz sevgilerden çalınır.

Aşk kişiliklerin damgasını taşıyor olmalı, belki de yanılıyorum. Doğa ilkeleri iklimlerin istediği biçime boyun eğiyor, neden bireylerin duyguları için de böyle olmasın? Hiç kuşkusuz kitlece genel yasaya bağlanan duygular, yalnız anlatımda, ayrılırlar. Her ruh kendince davranır.

Her büyük tutku kişiliğimiz üzerine öyle ağır bir biçimde çöker ki, ilkin keskin yanlarını geriye iter, kusurlarımızı ya da üstünlüklerimizi oluşturan alışkanlıkların açtığı izleri doldurur; ama sonradan, birbirlerine iyice alışmış iki sevgilide, ruhsal varlığın çizgileri yeniden belirir, o zaman her ikisi de karşılıklı olarak birbirlerini yargılarlar.

Mutluluk mutlaktır, karşılaştırmaya gelmez.

Aşılacak uzaklıklar, dışarıya karşı gösterilecek saygı, oynanacak güldürüler, daha da karanlıklaştırılacak gizemler, mutlu aşkın bütün bu tragedyası yaşam boşluğunu doldurur, isteği yeniler ve yüreğimizi alışkanlığın gevşemelerinden korur.


Yazının derlenip hazırlanmasında gösterdiği alakadan ötürü Gökhan Özcan'a teşekkürlerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder