GÜVERCİN GERDANLIĞI*
Kargı pası kandan olur
Siyah adamlar neden olur
Asaf Halet Çelebi
Kemikleri simsiyah adamlar bir esmanın peşindeler; insanın sırrı insan, suyun sırrı suyken ma'dan maâda (dönülecek yer) uzun bir yol/culuk. Maddenin markajında gözlere sürülen buhûr-ı Meryem; bu Beytü'l-Lahm'da (Hz. İsa'nın doğduğu yer)* yaşayan bir sahafın tavsiyesi, bu sahaf dükkânının ismi Mazağe'l-Basar yani her tarafı göz olan. Be harfinin gizinin peşinde olanlar altı yönden varoluş yani 'şahitlik' makamında olanlar bu dükkânda alırlar soluğu.
O son Esmayı ararken düşülen yolda ağaçlar dikey değil yatay büyür, bir gülün merkezine doğru salınarak acı ve tatlı denizin el ele tutuştuğu yere, gülün merkezine; (modern insanın Metafizik anlamını boşalttığı) telaffuz ve tefekkür edilemez üç harfli dağın merkezinden gelen nefes ile terleyecek avuç içleri. Göksel anlamından tıraşlanmış lügatler kılavuz değil bu yol/culuk için, bu metafiziksiz kelimeler (Kelime yaradır M. Arabî)(Kelimeler metafizik bir şifaydı altın çağda) Kaf dağını ve dahi simurgu değil kamerin latif ışıklarının Kaysın yüzünü aydınlatmadığı kentleri hayaline musallat eder, hayfâ.
Oturmuşta üç harfli dağın zirvesine Rûh-i izafi güvercinleri ile reyhan demetleri yollar yola düşenlere, yolda kalanlar maddenin merkezinden yayılan asıl kaynağın yansıması olan ışığın etrafında ölü pervaneler, hayfâ.
Gülün minberine oturmuş yırtık hırkalarıyla azizler dervişler Eliften öteye geçemezler; Eliften sonrası hep Elif, Bir'den sonrası hep Bir, şimdi ân'ın değerinin farkındalığı ile tüm pencereler bir güle açılacak kentin girişinde bembeyaz atıyla bekliyor reyhan cezbesiyle bir kız çocuğu ki atının yelesinde Güvercin Gerdanlığı asılı ve onu bekliyor 'Derisi Yüzülenler' sokağında divan sahipleri. Kelimeleri âsumandan iplere bağlı olanlar o kızın kente girişi ile kentin taştan putları üzerindeki hicap kalkacak tüm renkler ve esmalar dürülüp merkeze doğru kıyam edecek, dostun attığı gül ile gül perdelerini kaldıracak şem'i şems bilenler kanatlarını üç harfli dağa doğru yoracaklar, Agâh ol.
İnşirah bahçelerini terk etmiş artık Meryem'ler nüktesi yamulmuş metafiziği donuklaştırılmış bir kelime olarak Âşk cevheri, şeffaf olmayan tek katmanlı, derinliği ve sırrı olmayan dilden kalbe kalpten dile hakikatsiz bir hayal şimdi kûh çatladı da yüklenemedi iki eli ile yaratılmış olanın kalpten dile dilden kalbe "tehlil'ini".
Lâ
O kayıp esmanın peşindeki aşıkların gözleri ile bakamamak aleme ki onlar kelimeleri taşlaşmış bir anlamın ötesinde metafizik anlamıyla telaffuz ettikçe bir sinek kartalı yere vuruyor erik dalında üzümler yeşeriyor bu bir hediye lakin bizim gibi kapkara esrarı tıraşlanmış sözlüklerle konuşanlar için değil, hürler için maddenin ve gerçekliğin markajından sıyrılmışlar için. Heyhat.
İnşirah bahçesinde ankanın ötüşünü duyana kadar sessizdir konuşmaz o aşıklar alfabede Eliften sonrasına nefesleri yetmemiş arz ve sema, hüsn ve aşk, şems ve mah, havf ve reca kûh ve kûn aşıklar için Elif olmuş, lâl bakmışlar aleme. O bahçenin hisarinda uyuyan iki kartal biri bembeyaz diğeri ruhefza bir siyah ve dahi ikiside tüylerinin renginden iplerle bağlı göğe. Birbirinin sırrı ve aynası iki renk; siyah ve beyaz.
O câmi esmanın peşinde kartal -bu kartal bir erin çöle ve çileye meylidir- ve gerdanlıklı güvercinin yanak yanağa geldiği nitelik olanın nicelik olanı içine aldığı Elif'in Kaf'ı (insan) kucakladığı noktanın,hayalin, rûyanın tam ortasında 'tek olanın tecellisi iki kalbin' ittisali ile ruh efza bir kız çocuğu Anka doğdu ve "fani olana ‘inin oradan denildiğinden' beri kartal kendini göremediği saf cam için aradığı sırrı Gerdanlıklı Güvercin ile buldu ve aşık bir kalp aynada kendini görebiliyor -belkide bir ceza bu-. Kartalın göğ aynasından arza yansıyan gölgesi ve altı yöne taşan bu gölge ile Kartalın bâtınını yaprak yaprak açmasına refik olan işte bu gerdanlıklı güvercin.
Şehre Kadim zamanlarda yemyeşil olan kuzeyden bembeyaz atıyla gelmiş bir kız güneş ve ay resimleri göremediği taş putlara şaşkınlıkla bakarken at yorgunluktan değil gerdanlığı sahiplerine kavuşturmadığı için çatlıyor. Son esmanın peşinde aşıklar şimdi çölde başıboş dolaşıyorlar. Heyhat.
Rüya; Bir beyaz güle Elif'in aşketmesi ile gül ikiye bölündü ve âleme yayılan esmalar yaprak yaprak bir atın beyazlığı oldu ve şehirde ay resimleri görülür ve güvercin adımları duyulmaya başlandığı bir mevsimde o son esmayı Yeruşalim Kızlarının gözyaşlarını sildiği hırkanın altında buldu ve at kendine geldi o son esmayı onunda kulağına fısıldadılar ve yolcu hırkasındaki yamuk yumuk şehirden silkindi yüksek sesle:
Equus
Equus
Equus sevgilim hoş geldin.
*Nacer Khemir'in Güvercinin Kayıp Gerdanlığı filmine M.İ. Arabi'nin Nurlar Risalesi İttihadü'l-Kevni'den mülhem simgesel bir yorum.
"Çırılçıplak bir
ağaca sarılıyorum, ağaç beni görüyor, ben ağacı görüyorum, cemâdatın tarihine sarılıyorum ve sonra yağmur
başlıyor, ben ıslanıyorum, ağaç ıslanıyor, kızıl saçlı adamlar jazz yapmaya
doluşuyor bağçeye, ben dinliyorum, ağaç dinlemiyor. Simsiyah bir taşa takılıp
sendelerken balkonda oturan yüzü bembeyaz döğmeli Kızılderili bir kız çocuğu dikkat
diyor; taşa yol ver Adam, Adam taşa yol veriyor. Çirkin elleriyle
bir adam gergedanı ile balkondaki çamaşır ipinde yürümeye çalışıyor kız
tebessüm ederek Dikkat diyor; Adam senin renklerin nurdan değil, Nârdan,
Mezopotamyalı bir Attari tavus
kuşunun sırtında gökyüzünden beni seyrediyor şu an, görüyor musun Adam?
Adam ağır ağır plastik merdivenleri çıkarken -ki merdivenin sonunda kavuşacağı
ufacık bir siyah küp-, yolda kum renkli çarşaflar
giyinmiş bir adamın sayıklamalarını dinliyor, o kadar ruhefza cümleler ki lakin
bu cümleleri yazmak istediğinde yazacak harfleri ve lisanı bilmediğini
fark ediyor, o kız bembeyaz döğmesini yüzünden sıyırıp Adam diyor, bu sırdır hadi tavus kuşunu
takip et seni o bembeyaz döğmenin nakkaşına ve o bembeyazlığın kaynağına
mutlak’a götürecek. Adam yola
sarılıyor yol adama. Yaşlı adam küpün içine girip küple beraber sır oluyor kızıl
saçlı adamlar şarkılarını o siyah taşa okuyorlar, kız çocuğu rüyasında genç bir
Hindu bilgeyle evleniyor, Picasso isimli bir evlatları oluyor."
Ana okumayı öğrendiğinde şaşkınlıkla okuduğu ilk hikâye kitabının sonu bu
şekilde son buluyordu. Hikâyelerin peşinde koşmaya o zaman karar vermişti lakin
dağ çiçekleri açmadı o yaz ve uyuyamadığı o yaz gecelerinde serçelerin
uyuduğu yerlere götürüyordu annesi Ana'yı
Hintli bir Rişi'nin hediye ettiği
tülbente sarıp sarmalayıp.
Ana uyanıp bağçede biraz gezinip yerden kurumuş kiraz dalını alarak
ortasında nokta olan bir çember çizdi ve İsabel'e peki bu noktayı çember kadar genişletirsek çemberi noktadan noktayı
çemberden nasıl ayıracağız; bu bir'e özenmek olur o sayamayacağımız kadar çok
esma ile yanak yanağa gelmek olur dedi ve ekledi İsabel’in mahmur bakışları karşısında Anadolu'dan gelmiş dedemin
söylediği bir şiir belki bunu açıklar izah eder kalbimi ve aklımı boğan tozu
siler atar; 'ete kemiğe büründüm Yunus diye
göründüm' nokta çember, çember nokta oldu. Ana uzaklarda yanmış tankların
arasında kaybettiği ‘birşeylerini’
arayan çocuğa dikkat kesildi, çizdiği şekli ayaklarıyla dağıttı yüksek sesle :
'Delikanlı öne
eğilmişti, ölümün soluğunu duymaya başlamıştı ensesinde ama yine de, gökyüzüne
çevriliydi gözleri, böylesine çetin bir savaşta bile, kendisine eziyet edenleri
bağışlasın diye yüce Tanrı’ya dua ediyordu, acıma uyandıran yüzüyle.' (Dante)
diye gam efza bir şekilde ve fakat sesi yanı başında duran kiraz ağacına dahi
ulaşamayacak kadar derindendi. Arı kovanından akan simsiyah bal ve iki dağın
arasında -kûh ve kûn- bir kırık kalp, çemberin üzerindeki Araf içerideki Akıl
merkezdeki Elif diyor. Söylenler araftan merkeze yaklaştıkça Hal oluyor.
Çemberin üzerindeki Hal ile Kāl arasında sıkışmıştı.
(Rüya*: Ana gece uykuya daldıktan sonra toprak
ile çiziktirdiği şeklin misal aleminde hakikatine vakıf oldu. Nokta ve çember.
Mevcudiyet ve hakikat. Çemberin çizgileri üzerinde yaşayan o halkı gördü: Adl
şehrinde yaşayan o halkı, gölgede yani zulmette yaşayan halkı. Rüyadaki
hakikati es geçen ve fakat hakikati cetveller ile ölçen ve biçen biçimin modern
çocuklarının dört işlem ile daralmış hayatlarını izledi. Ay'ın ardında rakamdan
cinler mi hayır Simurg'un belki de her
bir yağmur damlasının hamalı meleklerin sarayları iki bulutun yanak yanağa
gelip Su’dan hâlk olanı ve suya muhtaç olan halkı yine su ile buluşturmak için
sema ile mündemiç zikrettiği Zülcelâl'i ve'l-ikram)
Trenler simsiyah bal taşıyor iki şehrin birbirine
kurşun ağırlığı uzaklığına, Ana neyi
dinliyor kulaklarını tren rayına yaslamış; şehrini terk eden tren kaç batman
ağırlığında ölümleri muhacirlikleri, tercihlikleri taşıyor. Deniz kıyıları dağ
etekleri çocuk mezarlığı ki bu yaklaşıyor
yaklaşmakta olan'ın perdelerini kaldırması, Rişi'nin Ana'nın kucağına
kapanıp ağladığı zaman, Kali Yuga;
cevherini kaybetmişliğin kurşun ağızı. Metafizik gerilimden yoksun harpler
simsiyah bir kilise dikey olarak çatlıyor kum renginde bir camide metalik
ruhsuz yatay gıcırtı, döne döne değil sabit soğuk bir ses.
(Rüya** ; Ana
merkezdeki Fazl şehrine çevirdi gözlerini ruhunda saklı esmayı bilebilmek için.
Ehad vadisinde ki Faraklit dağına
yağıyordu saçları ve م (mim) harfinden insanlar gördü Ehad vadisindeki bu dağ ن (nun) harfine benziyordu ve ağızlarını açmış insanlar
ve hatta tüm âlem buradan besleniyordu. -Kûh ve Kûn-. Maddenin markajindan
kurtulmuş insanlar aşkın olana beyaz ipliklerle bağlanmış kalpleri ile vecd
halindeydi ve trenler lotuslar güller taşıyor şimdi Ana'nın kucağına, arı kovanlarında bembeyaz ballar akarken)
Trenler kurşun
ağırlığında kaçışları taşıdıkca kuzeydeki beyaz atlar mağaralarından hiç
çıkamadılar ve Ana annesinden
tülbentini yüzüne örtmesini istedi; tülbentini yüzüme ört anne tülbentini
yüzüme ört ki savaş sonrası elimizde kalan fotoğraflarda yüzüm benim yani Ana'nın sarışın yüzü an ile anılarda
sıkışıp kalmış güvercinsiz bir şehrin ikindisi olmasın. Esmaların yanak yanağa
olduğu işte bu arz denilen yüzün tam ortasında - bu yüz esmaların aynası; Sır ve
Şehadet sırt sırta belki içice. -etekleri nisyan ırmağının sularıyla
ıslanmış ve bir o bir bu yana savrulurken Ana
ağlayarak şöyle dedi ; "Meryem
acele dağa koşmuştu. Caesar boyun eğdirmek için İlerda'ya Marsilya'yı vurmuş,
hemen İspanya'ya koşmuştu.” Ötekiler de: “Acele edin, acele edin yetersiz sevgi
nedeniyle gecikmeyin, çünkü iyi olmak isteği artırır Tanrı'nın desteğini” diye
bağırıyordu."(Dante Araf XVIII).
Amâ okyanusunda âmâ
'bir rûyada olanlar' , arz'ın arzularını Asâ-yı Musa gibi bellerinde taşıyanlar
deniz kıyılarına vuran cansız hümay kuşları, Asûman’nın merkezinden Yerin
merkezine yamulan neydi insanın zihninde? Âsumandan gelen bembeyaz atlar ile
Dünyanın simsisiyah atları savaşırken ve dahi bütün filmler bir rûya
olamıyorken kiraz ağacı altında üç kızdan Ana
Andelip dede'den 'Eyerini Allaha Satmışlar' gazelini okuyorken yorgun ve
yağmursuz balkonlarda gülleri lotus çiçeklerini ve en çok annelerinin zarif ve
omurgalı İspanyol duruşlarını bazı
babaların ulus-devlet yumruklarından koruyuyan bir kız çocuğu büyüyordu.
*Feridüddin Attar, Mantıku't-Tayr.
*,** İmam Gazali'den ilhamla.
Semih Alkan
Benzer okumalar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder