24 Şubat 2019

Odiseas Elitis — Şiirler


B. CUMA, 24

Bir monologa girişircesine, susuyorum.

Belki de hâlâ ot durumundayım, bir soğuk
Cuma gününde ilaç ya da yılan otu

Ya da, kim bilir, otuyum o kutsal hayvanların
büyük kulakları ağır sesler ve
buhurluğun madeni gürülteriyle dolu olan.


B. SALI, 21

Bir tabut gibi küçük bahçeyi açabilecek
cesareti ancak bugün bulabildim. Suratıma
çarptı kokular, limonla karanfil.

Sonra yılları ve taze çiçek yapraklarını yana
ittim ve işte: annem, başında koca ak
şapkası, göğsünde asılı eski altın saatiyle.

Yaslı ve dikkatli. Arkamda duran bir şeye
dikkat kesilmişti.

Dönüp bakamadım, bayılmışım.


PERŞEMBE, 9

İçindeki utanç dolu olaylarla bağını çözmüş
olan sarmaşıktaki o kapalı, o terk edilmiş
evlerden biri olsa gerek

Ve duyumsuyorsun şimdi ulumaların üstüne
saldırdıklarını
o ilk ısırmaları Adem'in devrinden kalan
hâlâ sevmeye kalkışan yaşlının çenesini
ve yorulmadan estirirdi gizli ıhlamur ağaçlarını
duyarlı Nisan ayının bir gecesinde.

Seni şimdi dizlerinin üstüne çökerten şeyler
kanlar içine de yuvarlayacaklar yeniden.


CUMARTESİ, 18 c

Saatlerce oturup kaldırım taşlarındaki suya
bakarım, ta ki, sonunda, bana benzeyen bir
yüze dönüşür su ve çıkıp gider geçmişteki
tüm yaşamımdan.


CUMA, 10 c

Gece yarısını geçti vakit ve odam dolaşıyor
mahallenin içinde ve zümrüt gibi ışıldıyor.
Biri araştırıyor içini ve gerçek hep kaçıyor
son anda. Hiç aklına gelmiyor daha aşağılarda
olabileceği

Çok daha aşağıda

Ölümün de bir Kızıl Deniz'i olabileceği.


Akıntıya karşı yüzerek
Bir başka iklimde saydamlığı arayan balık
Hiçbir şeye inanmayan el

Ben bugün o dünkü ben değilim
Bana duymayı öğretti rüzgâr gülleri
Geceleri eritip ters yüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuş saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi.

çev. Cevat Çapan


SALI, 7 b

Uzaktan gördüm kadını, bana doğru geliyordu.
Lastik ayakkabı vardı ayaklarında ve hafif
ve siyah-beyaz ilerliyordu. Peşinden gelen
köpek bile yarı yarıya siyaha batmıştı.

Bekleye bekleye yaşlandım gerçekten.

Şimdi artık çok geç, anlayamayacağım o
ilerledikçe uçurumun gittikçe genişlediğini
ve hiçbir zaman buluşamayacağımızı.

____________

Odiseas Elitis
Görünmez Bir Nisan Ayının Günlüğü
çev. Herkül Millas, Bağlam, Ekim 1991.

17 Şubat 2019

Naomi Kawase — Aşkın Gözü, Hikari



"Bir duyusunu kaybeden, bir dünyasını kaybeder" diyen Aristoteles'in dünyayı tanıma, anlama, bilme ve açıklama edimleri için, duyumun yaşamsal ve dünyasal önemine vurgu yapan sözünden alarak, odağında görme duyumunun yer aldığı sinema sanatının, görme engeli karşısındaki imkânını sorgulayan yönetmen Naomi Kawase'nin Japonya–Fransa ortak yapımı Aşkın Gözü (Hikari, Radiance, Vers la lumière) filminin göze ve kulağa çok etkileyici gelen, daha açılış sahnesinde, yapmış olduğu projede görme engelliler için filmleri seslendiren Misako'nun sesini dinlerken ve alt yazıları okurken, film karelerindeki neredeyse bütün hareket ve edimleri kelimelerle zihinde resmederek bir yandan filme sürekli metinsel bir yapı oluşturduğunu anlıyoruz.

Gören gözler için fark edilemeyecek kadar sıradan olan günlük yaşam akışında, film karesindeki aktör ile görme engelli alımlayıcı özne arasına giren üçüncü bir kişinin dillendirilmesiyle bir yandan görme engelini aşmaya katkı sağlayan ve dışarıdan yapılan metinsel anlatının belki mucizevi bir şekilde, kelimelerle film karelerindeki hareketin ve zamanın imgelem dünyasında yeniden canlandırıldığına, yapılan her hareketteki duyguların farklılığına, etraftaki sesler dinlenildiğinde gerekli gereksiz ne kadar farklı sese maruz kalındığına, pek çok duyumlama ediminin algıya dönüşmediğine ve farkına bile varılmadığına, gözlerimizle, kulaklarımızla ve en çok da kalbimizle şahit oluyorken, öte yandan filmi betimleyen ifadelerle örülü metinlerin, filmdeki özne ile alımlayıcı özne arasına girerek insanın imgelemine müdahale içeriği taşıyıp taşımadığı gibi sinemq dili ve estetiği açısından çok ciddi bir farkındalığa ve tartışmaya konu olabilecek sorunsalı içerdiğini düşünüyoruz.

Filmlerin sessiz olan bölümlerini görme engelliler için önce betimleyen, daha sonra ise yazdığı bu betimsel ifadeleri bir grup görme engellinin eleştirel katkılarını da alan Misako, zahmetli bir çalışma ve yeniden üretim sürecinden sonra, betimsel anlatıların anlaşılırlığına yönelik geri bildirimle metinlerini desteklemektedir. Yine böylesine yapılan toplantıların birinde eskiden bir fotoğraf sanatçısı ve kameraman olan, zamanla görme duyusunu yitiren ve bütün gece çalıştığını bile fark edemeyen Nakamori'nin, Misako’nun betimlemelerini acımasızca eleştirmesi ve görme engellilerin hayal gücüne fazlasıyla müdahale edildiğini düşündüğünü ileri sürmesi sonrasında, Misako ile Nakamori arasındaki gerilimli ve karşılıklı tartışmalara rağmen Misako, Nakamori'nin çekim alanına girmeye başlar, Nakamori'yi tanımaya çalışma dürtüsüne yenik düşer. Filmde çok etraflıca ve derinlemesine ortaya konulmasa da, Misako'nun onu çok küçükken terk edip giden babasına duyduğu özlemi ve babanın evi terk edip gitmesinin yarattığı travmayı atlatamamış olan annesinin yaşamdan kopmuş hali, Misako'nun Nakamori'ye doğru neden ve nasıl çekildiğini izleyiciye aslında açıklamış olur. Nakamori'nin görme yeteneğini büyük ölçüde kaybetmeden önce ünlü bir fotoğrafçı olduğunu öğrenen Misako, bir sergide yer alan güneşim batımını gösteren fotoğrafı görünce, kendi geçmişiyle tekrar bağ kurmasına vesile olan bu fotoğraftan çok etkilenir. Sayesinde uzun zamandır içinde yer alan boşlukla hesaplaşacağı bir fotoğraf karesi, anne-baba-kız arasındaki ailevi boşluğu ve acıyı yaşayan Misako ile hayata küsmüş ve ışığı sönmüş olan Nakamori'nin, birlikte gittikleri fotoğrafın çekildiği yerde birbirine yakınlaşmasını sağlar.

İnsanın derinliklerinden vicdanına doğru yükselen acı, geçmişinden bugününe savrulan özlem, bir türlü kapanmayan bir uçurum olarak ayrılık, yaşamın itici gücü olarak sevme-sevilme, varoluş sebebi olan görüntülemenin duyumsal şartı olan görme yetisinin yitimi, duyguların anlatımını ve betimini mesleğe dönüştürme, gündelik yaşam içerisindeki sayısız nesne, kişi, olay, renk, konuşmanın, ışık ve ses temelinde yaşamı nasıl doldurduğu, sinemanın temel tözü sayılabilecek ses, ışık, zaman ve hareket temalarının, filmsel diyaloglar aracılığıyla sorgulandığı Aşkın Gözü, sinema sanatı ve dili üzerine refleksiyon yapmayı deniyor.

Doğa, insan ve toplum önünde bireyin iletişimini, etkileşimi ve ilişkilerini konu alan sinema sanatının, bir sanat eseri olarak estetik obje ve estetik süje (alımlayıcı) arasındaki ilişkide şekillenen filmde, özne–nesne ikiliğini de aşarak, filmi seyir etkinliğinde, görme engelliler için üçüncü bir göz olarak betimleyiciyi aramıza davet ediyor. Görme engeli olmadan, filmin içerisindeki renk, ışık, ses, olay örgüsü, mizansen, müzik ve karakter gibi göstergeler, düşünce ve duyguların göstereni iken; Aşkın Gözü filminde, görme duyusunun varlığı ve işlemesini şart koşan renk, ışık, ses, olay örgüsü, mizansen, müzik ve karakter gibi göstergeler, sanatsal edimde üçüncü bir özne olarak betimleyici dolayımıyla, hayal gücünde canlandırılarak ve yeniden üretilerek gösterilene dönüştürülür; başka bir deyişle görme engeli olmadan izlenen filmde gösterilen-gösteren ilişkisi film karesinde kurulurken, Aşkın Gözü'nde gösterilen-gösteren ilişkisi, betimleyici dolayımıyla insanın kalbinde, imgeleminde, sezgilerinde birleşir.



Yazının yayınlanmasında gösterdiği incelikten ötürü Yasin Dereli'ye teşekkürlerimle.

Benzer okumalar:

Aki Kaurimaski, Kibritçi Kız

2011–2024 idea, schola, zâhir âlem