—Beni görüyor musun?
—Elbette.
—Şu anda seni izliyorum.
—O zaman buraya gelip neden yeri göstermiyorsun?
—Şu an çok uzaktayım. Dürbünle bakıyorum. Şimdi doğudaki mezarlığın oraya git ahbap.
—Neresi doğu?
—Yönleri bilmiyor musun, evlat?
—Bana sıcaksın ya da soğuksun der misin?
—Tamam, şu anda donuyorsun... Sıcaklaşmaya başladın... Hayır, hayır şu an sıfırın altındasın! Yeniden ısınmaya başladı... Hayır, hayır! Ne kadar beceriksizsin, oraya geliyorum.
Özgürlük biriktirir insan. En uzaklar için. Oradaki muhteşemliğin hayalini kurar ve orayla mutlu olur. Zira bir yanı daimi eksiktir insanın. Orayla tamamlamak ister zihnini, rüyalarını. Özgürlüğe kaçmak, bir soğuk atlastan ötedir. Bir adımdır, miladın mührüdür bu. Kendi biriktirdikleri kalbinin doğrultusunda büyür ve gelişir. Bir fanusun içindeki steril bir hayat misali, saf ve dokunulmamış. Dünya bir kirlenmişliğin aynası. Noi de kaçmak istiyor, kendi ufuklarına, kendi gökkuşağının altına bakmak istiyor. Ona göre düzen denilen bir kara ağıt.
Noi ile yaşadığı coğrafyanın zıtlığı ve beyazlığın içindeki sıkıntı. Noi'nin iç dünyası karmakarışık, siyah ve dağılmış bir yaşantı varken kalbinde, yaşadığı kasaba ona baskın gelir. Her yer bembeyazdır, soğuktur ve kar yağar. Noi burada sadece siyah nokta olarak kalır. Yalnızdır. Yönetmen Dagur Kari, parçacıkların filmini yapar, bütünlemeyle hareket etmez. Bir başka deyişle, Noi albinoi'deki seyrin gücünü, kalp atışlarını küçük ama tamamlayıcı unsurlar destekler. Noi, toplumun ona verdiği statünün dışında, düzensizliğin içinde bir kaçış ile, sevgiyle sürekli bir başka evrenin rüyasını kurar. Belirlenmiş, dayatılmış düzen prototiplerini reddeder. Okula gitmez artık Noi, ses kayıt cihazını arkadaşından masasına koymasını rica eder. Bu minimalist bir devrimcinin ateşidir. O, dayatılmış sisteme kendince böyle seslenir.
Toplumdaki yalnızlık. Noi, hep kendi sığınağına kaçar, orada düşünür, sigara içer. Böyle mutlu olur. Ne acıdır ki herkesin birbirini tanıdığı bu küçük İzlanda kasabasında herkes birbirine yabancıdır. Aşağılara inmekle, kaçmakla, toplumun ne kadar da bozulmuşluğunu, bir canlının onurunun hiçe sayıldığı anlar resmedilir. Kasabadaki kimseyle ciddi manada bir düzgün iletişimi olmaz Noi'nin. Buzullar ülkesinde buzdan prangalarla bir genç Noi. Noi'nin babası, babaannesi (ki duruşuyla kendisi Werckmeister Harmoniak'ın Tünde Teyzesi'nden farkı yoktur kanımca. Fassbinder'in sevdiği bir oyuncudur Hanna Scyhgulla.) Iris ve onun babası, bütün bu karakterler Noi albinoi'nin renklerini kendi emekleriyle oluşturur. Noi albinoi'deki kitapçıdaki Kierkegaard atfı ve öğretmenin Fransızca dersinde mayonez yapımını anlattığı sekans, Dagur Kari'nin Paris doğumlu olmasıyla ve sinema eğitimini Danimarka'da almasıyla bir nebze olsun ilişkilendirilebilir.
Palmiye. Noi albinoi'deki bu metaforun derin yalnızlığı bastırmaya çalışan bir anlatısı vardır ki filmin üç ayrı kısmında kullanmıştır bunu Dagur Kari. Birincisi, Noi televizyon odasındayken duvar kağıdındaki palmiye, ikincisi babaannesinin yaptığı pastanın üzerindeki palmiye, bir üçüncüsü de babaannesinin Noi'ye hediye ettiği dürbündeki kumsalda gözüken palmiyeler. Tüm bunlar kaçış duygusunun sevgiyle kesinleştirilmiş çizgisi içindir. Noi, Iris'in benzin istasyonu gibi bir yabancılığı taşır hep kalbinin bir köşesinde. O istasyon ne para kazanır, ne de gelen geçer uğrar. Iris sevgisi bundandır. Müzedeki canlıların sesi yok. Noi ve Iris bir çığlığın çok ötesindeler. Birbirlerini zıtlıkla tamamlar. Iris, metropol yaşamından bıkmışken, Noi taşra sisteminden kurtulmak ister. Yalıtılmış kasabada yalıtılan insanların gölgeleri geziyor. Noi, kasabanın tekelinden kurtulamıyor, kurtulamayacak. Banka ve vinç sekansları buna birer örnektir.
Noi'nin dünyası, buzdan hayallerle: kırılgan. Noi bir savaşın ortasında kalmış, mayın tarlalarının tesiri altında çürümüş, ruhuna o görkemli vincin ağları saplanıyor sürekli. Iris, onun gölgesinde boyun eğiyor. Mezarlıkların soğuğu yatıyor az ileride. Kurtulamadığı bu kasabaya onu prangalayan türlü çıkmazlar var. Kaçma arzusu bu dünyanın kirlenmemişliğini isteyişinden. Denize taş atıyor, gökkuşağı belli ediyor kendisi. Çaresizliği bir taşla isyan bulabiliyor o soğuk ellerinde. Açtığı mezarlar, siyah bir çığın habercisi. Kaos. Ölümden önceki titremeler bunlar. Dagur Kari mezarlıkları, çukurları, ölümü beyaza büründürmeyi seçiyor ve bundan kaçışın olamayacağının altını çiziyor.
Noi biliyordu gerçeğini. Zekiydi ama başarısızdı. Yaşamın kendi çizgisi, ona ağırdan tokatlar indirirken parçalanmış kalbini bu yabanıl kasabadan atmak istiyordu sadece. Özgürlük biriktirişi bir tekmeye dönüşüyordu. İstenmiyordu çünkü, barda babası şarkısı söylerken o dışarı atılıyor, kapıyı tekmeliyor, nezarethanede özgürlüğünü alanlara kapıya tekme vurarak gösteriyordu. İzlanda sırtını dönüyor Noi'ye. Mezarlıkların uğultusu karlar altında daha belirgenleşiyor. Palmiyeler çok uzaklarda. Dünya, bir kaçışın ve kurtuluşun yeri. Savaşın rengi yok. Sessizlik ve derin yalnızlık yerleşiyor. Mayonezlerin tadı yok, formüller 0 ile 5 arasında, Kierkegaard çoktan uykuya dalmış durumda. Benzin istasyonlarındaki siyahlık kaybolmuyor. Gökkuşağı selam veriyor Noi'ye, deniz bugün bir kez daha şahitlik ediyor çığa. Fiyort, serçelerin şarkısının arkasında, İzlanda'ysa bugün biraz daha puslu.
Aim for a smile.
Mart 2012
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder