kaygı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kaygı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2017

Soren Kierkegaard — Aforizmalar ve Meseller

Caravaggio — İbrahim'in İshak'ı kurban edişi.





Kaygı Kavramı [Begrebet Angest] 

Kaygı hem pay almak istediğimiz hem de karşısında durduğumuz bir pathostur. 

Âdem, ilahi bir anlamda kaygıyı hem sever hem de ondan kaçar.

Herkes kendisi tarafından kandırılır.

Günah olmadan cinsellik, cinsellik olmadan da tarih olmaz.

İnsan kökenine ne kadar yakın olursa, kaygısı da o denli derinleşecektir.

Kaygıyı hiçbir zaman tecrübe etmemiş insanlar için şu söylenebilir: Âdem de salt hayvan olduğu durumda kaygıyı hiç hissetmemişti.

İnsan, birinin suçluluğuyla ancak kendi kaygısı aracılığıyla karşılaşır.

İnsan bir tutkuyu gözlemlemek isterse, öznesini seçmek zorundadır. Burada işe yarayan; sakinlik, sessizlik ve karanlıktır; ancak bu yolla öznenin sırrını keşfedebilir.

İnsan beklentiye kazara düşmez. Böylece kendisini o beklentiye tümüyle yabancı olarak görür ama aynı zamanda beklentiyi kendisi yaratır. Böyle bir arzu için doğru terim kaygıdır; insan sadece kaygı içinde özlemini dile getirir, dile getirmek zorundadır. 

Kaygı, baş dönmesiyle karşılaştırılabilir. Aşağıya, cehennemin ağzını açmış çukura bakan herkesin başı döner. Peki ama neden? Cehennem çukurundan olduğu kadar, gözleri yüzünden de.

Kadın, erkekten daha çok kaygı içindedir.

İnsan, geçmişi kendisi olarak değil, gelecek ile olan sürekliliği içinde anlar.

Bir bakış ya da sözcük, ruhu rahatlatmaya muktedirdir. Çünkü ruhun taşıdığı ağır yük, söze döküldüğünde, geçmişe ait bir şey olur.

Yazgı, kaygının hiçliğidir.

Tin, içe dönmeden yoksun olduğunda, sonlu hâle getirilmiş demektir. Öyleyse içe dönme, insanda ebedi olanın ebediliği ya da kurucu öğesidir.

Korku ve Titreme – Diyalektik Lirik [Frygt og Baeven – Dialektisk Lyrik]

İbrahim sızlanmadı. Yakınmak insani bir şeydir, ağlayanla birlikte ağlamak insani bir şeydir ama inanmak daha yüce bir şeydir ve inananı seyretmek daha hayırlı bir iştir.

İnsanın en büyük arzusundan vazgeçmesi yüce bir tavırdır ama bu arzuyu vazgeçtikten sonra bile içinde taşımak daha yüce bir tavırdır.

Her zaman en iyisini umut eden düş kırıklıkları içinde yaşlanır ve her zaman kötüsünü bekleyen genç yaşta çöker ama inanan ebediyen genç kalır.

Sadece bıçağını çıkaran İshak'a sahip olabilir.

Çelişki olmazsa İbrahim de İbrahim olmaz.

Derinlikleri olan varlıklar kendilerini asla unutmazlar ve asla olmuş olduklarından başka bir şey olmazlar.

O, büyük sırrı anlamıştır: Bir insan başkasını severken bile kendisine yetmelidir.

İnsan, kendi acılarını yine kendi acılarıyla unutur.

Hayatın şansı arzu ile görev, görev ile arzu arasındaki uyumdur; çoğu kimsenin amacı kesinlikle görev alanında kalmak ve görevi büyük bir gayretle arzuları hâline getirmektir.

Felsefe Parçaları Ya Da Bir Parça Felsefe [Philosophiske Smuler Eller En Smule Philosophi]

Benim içinde sükûn bulduğum hakikat bendeydi ve benden türedi.

Zamansal başlangıç noktası bir hiçtir, çünkü farkında olmasam da hakikati ezelden beri bildiğimi kısa sürede keşfederim, aynı zamanda an'ın ebediyette gizli olduğunu da keşfederim.

Öğretmenin öğrencinin hatırlamasına vesile olabileceği şey, onun hakikat yoksunu olmasıdır.

Her tutkunun en yüksek noktası, her zaman, o tutkunun kendi çöküşünü istemesidir.

Sınır, tutkunun işkencesidir, gerçi aynı zamanda ödülüdür.

Kızgınlık, bir maruz kalıştır.

Geçmişi kurarak onu bütünüyle anladığını düşünen herhangi bir kavrayış, geçmişi bütünüyle yanlış anlamıştır.

İman, görmediği şeye inanır; yıldızın mevcut olduğuna inanmaz, zira onu görür ama yıldızın mevcudiyet kazanmış olduğuna inanır.

Ölümcül Hastalık Umutsuzluk [Sygdommen til Döden]

Tedirginlik, yaşam karşısındaki, kişisel gerçeğimiz karşısındaki gerçek davranıştır.

Kendi olmaya cesaret etmek aslında bir bireyi, şunu veya bunu değil, Tanrı karşısında çabasının ve sorumluluğunun devasalığı içinde yalnız bir bireyi kavramaya cesaret etmek demektir.

Ölüm, sağlıkla ve güçle taşmış olsa da yaşamın bizim için sağladığından sonsuzca daha fazla umut içerir.

İnsan tindir. Ama tin nedir? Tin ben'dir. Ama ben nedir? Ben, kendine bağlı olan bir ilişkidir.

İnsan, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir.

Umutsuzluk, uyumsuzluğun değil, kendine yönelen bir ilişkinin sonucudur.

"Sezar veya hiç olurum" diyen tutkulu kişi Sezar olamaz ve bundan dolayı umutsuzluğa düşer. Ama bunun başka bir anlamı vardır, Sezar hâline gelemediği için kendi olmaya katlanamaz.

Sadece keskin bir düşünce, daha doğrusu büyük bir inanç, yokluğu araştırmaya; daha doğrusu sonsuzluğu yansıtmaya katlanabilir.
Umutsuzluk tam da insanların tinsel yazgılarının bilincinde olmamalarıdır.

Kendini önceden sonsuz zanneden veya sonsuz olmak isteyen her insansal yaşamda, her an bile umutsuzluktur. Çünkü ben, sınırlandıran sonlunun ve sınırsızlaştıran sonsuzun bir sentezidir.

Belirgin anlamıyla hiçbir şey tehlikeye atılmadığı sürece alçakça dünyanın tüm olanaklarına kavuşurum; ve ben’imi kaybederim.

Kendi yok oluşuna inanmak olanaksızdır.

Bilinç ne kadar artarsa umutsuzluk o kadar şiddetlidir.

Doğrudanlığın umutsuzluğu budur: Hiçbir şekilde kendi olmayı istememek veya daha da kötüsü: Bir ben olmayı hiç istememek veya her şeyin en aşağı biçimi: Başka biri olmayı arzulamak, yeni bir ben'e sahip olmayı ummak.

Gençlerin umut yanılsaması, yaşlı insanların anı yanılsaması vardır.

Zihnin kendinden daha acımasız bir düşmanı yoktur.

Yalnızlık gereksinimi her zaman içimizde tinsel bir yan olduğunu kanıtlar ve bu tinselliği ölçmemizi sağlar. 

Kıskançlık, gizlenen bir hayranlıktır.


Yazının derlenip hazırlanmasında gösterdiği alakadan ötürü Gökhan Özcan'a teşekkürlerimle...

16 Ağustos 2014

Emek Sosyolojisi ― Kaygının Şeceresi

Ahmed Al Motamassik
Sosyolog ― Fas

İş sahasındaki kaygıyı nasıl tanımlarsınız?

"Kaygı" ve "sıkıntı" dilbilimsel olarak "huzur" ve "refah" ile karşılaştırılır. Kaygıyı gelecek hakkında şahsi ya da psikolojik bir tıkanıklığın, yaman bir çıkmazlığın duygusu olarak ele almamız mümkündür. Bu durum bilhassa başkalarıyla olan münasebetlerimizden, melekelerimize olan menfi fehmimizden hasıl olur. Başat duygu, bir durumu kontrol altında tutamama fikridir. İş sahasında olduğu gibi günlük yaşantımızda da yer alan kaygının algılanışına değinebiliriz. Günlük yaşantıdaki kaygı birçok sebepten müteşekkildir, daha ziyade psikososyolojiktir; iş sahasındaki kaygıysa iş yönetiminin, şirket yaşantısının mütemmim cüzüdür. Bizim düşüncemiz peyderpey nükseden iş krizleri üzerine olacaktır, zira şirketler artık sıkı, yoğun bir yönetimden muzdariptir. Kısa sürede çok şey istiyoruz; acil durumlara birer veli oluyor, tutamadığımız sözler veriyoruz. Süreleri ve araçları azaltarak emir telakki ediyor, rekabeti kızıştırıyoruz. Demem o ki, azamî başarıya dörtnala koşuyoruz.

Kaygının kökeni nedir peki?

Kaygı, ekseriyetle dört menzilden yükselir: işe bağlı değişiklikler, iş baskısı, kişinin ilişkileri-davranışları ve değerleri. İlk olarak; evvelce bahsettiğim gibi değişiklik uyumu bozar, kaygıyı doğurur; değişikliğin aciliyeti, birleşme ve satın alma, alım ve satımın hız kazanması insanı bu çevreye maruz bırakır ve bunun üstesinden gelinemeyeceği duygusu peydah olur. İkincisi, kaygının birçok sebebini bulabiliriz, örneğin: giderek ağırlaşan iş sorumlulukları, çelişkili talimatlar, hız gerekliliği, çok sayıda hırs dolu hedef. Üçüncüsü; iletişimin olmadığı, ne birbirini dinlemenin ne de iş birliğinin yer aldığı, bilakis baskı ve yıldırmanın –mobbing- cirit attığı bir mekân kaygıya ve huzursuzluğa her zaman gebedir. Sonuncusuysa; kişinin uzmanlığına gem vurulduğunu, bilgisinin yeterli olmadığını, özel yaşamla iş yaşamının aynı çıtada durmadığını hissettiğinde kaygı sinsice artar. 

Elbette bu dış sebeplerin tetikleyici bir etkisi bulunur, ama aslında, kaygı ruhumuzun bile duymayacağı bir şekilde içimizde tepişir. Olayları layıkıyla idrak edemediğimizde de menfi duygular bizi kuşatır, istila eder ve de basiretimizi bağlar.

Kaygı çok yaygın mıdır?

Muhakkak. Çalışmalar; şirketleri yeni girişim stratejileri geliştirmeye iten, göz ardı edilmemesi gereken bir yıkıma işaret etmektedir: çalışanları cesaretlendirmek, şirketle bağlarını sağlamlaştırmak, refah ve selametleri üzerine teşebbüslerde bulunmak gibi. Fas'taysa bu durum gizli kapaklı. Fas şirketlerinde düzenlediğim anketlere göre, kaygı kendini ücret taleplerinde ya da ağır ilerleyen bir kariyerde gösteriyor; çalışanların çoğu da ya bunları tam ifade edemiyor ya da sıkıntıyla baş başa kalıyor.

Kaygı ile stres arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Stresin gerçek tanımı, bize iki olgu arasındaki ilişkiye mâlik olmamızı sağlamaktadır. Stres kişinin, çevresinin ona yüklediği korkulara sahip olduğunu anlamasıyla, onlarla yüzleşecek kendi dayanakları olduğunu bilmesi arasındaki uyumsuzluktur. Kişi baskıyı kısa vadede yönetmeyi haizdir, ama uzun vadede büyük zorluklara cansiparane göğüs germektedir.

Kaygı çalışanda kronik bir vaka olursa, doğrudan kişi ve yönetim üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurabilecek bir strese dönüşür. Kaygının ve stresin etkileri hem fiziksel, duygusal hem de zihinsel, davranışsaldır.

Böylesi bir manzaranın doğurabileceği sonuçlar nedir?

Yukarıda zikrettiğimiz hususlar iş düzenini bir şekilde etkileyebilmektedir: absanteizm haddi* artıyor, iş hacmi kaygılandırıyor, girişim ve yenilikse azalıyor; şirket borç batağına saplanıyor, malları ıskartaya çıkıyor, müşterilerini kaybediyor. Ama en büyük etki daha ziyade sağlık ve güvenlikte kendini gösteriyor: iş kazalarının, cürmün ve şiddetin arttığını görebiliyoruz; revirlerde geçen süreler sonra, alınan raporlar, muayeneler artık galebe çalıyor.

Kaygıyı oluşturan başka bir nokta üzerinde de kelam etmek isterim: mevzubahis; şirketlerin kadın-erkekten oluşan yönetimini pusuda bekleyen duygusuzluk ve iki arada bir deredeliktir. Giderek artan acil durumlarda şirketler içtimai ayrışma olmadan bir teşvike yönelmektedir. Statülerin, rollerin, mekânın ve zamanın bir karmaşasına şahitlik ediyoruz hepimiz. Oysa, şahsi ve meslek kimliğini kaybeden bir kişi, menzilini de kaybeder: kaygı için bir güzelleme. Çalışma psikolojisinden öğrendiğimiz üzere şahsi ve mesleki kimlik kaybı kişiyi sefil bir dibevurmuşluğa iter.

Çözüm olarak neler sunulabilir?

Biri şirkete, diğeri de kişinin kendisine yönelik iki düzeyli bir girişim olabileceğini düşünüyorum. Şirket düzeyinde çeşitli atılımlar sağlanabilir, örneğin: birebir yakınlık kurmak, insan kaynaklarını etkili kullanmak, çalışanlara verimi artıracak ortamı hazırlamak, tartışma ortamı sağlamak, iş otonomisini ihya etmek, çalışanı sorunlarıyla baş başa bırakmamak ve ona yardımcı olmak, fizibilite çalışmaları yapmak... Bu yaklaşım sıkıntının kaynağını bulmaya, karışıklığı ve ihtilafı incelemeye yönelik olup amaçladığı, kurumsal dayanışma içinde çalışarak ve görevlerin, faaliyetlerin özelliğini muhafaza ederek kuşatıcı bir işbirliği sağlamaktır; ezcümle: şahsi ve mesleki kimliğin inşasıdır. Birey düzeyinde, zor dönemlerden geçtiğimizde yalnız kalmamak en iyi yoldur. Bu, sadece stresi artırır. Hızlı davranmak, yeri geldiğinde çevreye içini dökmek, sorunları bir bir masaya yatırmak gerekir. Nihai amaçsa, muayyen hedefi saptayarak ve doğru, dürüst mesleki bir projeyi inşa ederek belirsizlikten sıyrılıp yeni bir yol çizmektir.
________________________________

*Absanteizm Haddi: Fr. Taux d'absentéisme. Bir iş kurumunda, belirli bir bölgede sağlık ya da izin gibi geçerli bir mazeret olmadan, bir işçinin çalışmadan geçirdiği iş günleri ve bu günlerin çalıştığı günlere olan oranı. (ç.n.)

Fransızcadan çev.: Ali Hasar


[Ayraç Dergisi 58. sayısında -Ağustos 2014- yayımlanmıştır.]



2011–2025 idea, schola, zâhir âlem