Film çektiğiniz için
mutlu musunuz ya da anlaşılmak için film çekmek zorunda olduğunuzdan dolayı bir
üzüntü hissediyor musunuz?
İster istemez mutluyum.
Ama mutluyum demekten çekiniyorum. Bu başka bir şey çünkü. Film çektiğim için
memnunum diyebilirim. Bir çeşit sözü yerine getirme gibi. Bir gerçek olsa da
adaletsiz bir durumu daha çok metaforik bir dille anlatmayı, ona dikkat çekmeyi
seviyorum. Bunu yaptığınızda, işlediğinizde bir memnuniyet duyabiliyorsunuz.
Filmlerimde bir dava şeklinde
anlatılan; gerçek bir sorgulama güdüsü, birtakım hususları hakkaniyetle, olduğu
gibi anlatma ve çözüme kavuşturma esasında. Davayla belli şeyleri anlatabilmek
için siyasi bir bilincin ve siyasi bir ihtiyacın olması gerektiğini söylüyorum.
Oyuncu ya da yönetmenseniz, yapmanız gereken ilk şey başkalarıyla iletişim
içinde olmanızdır. Böylelikle, insanları onların bakış açılarını değiştirmeden
ama onlara bir fikir katarak kendinize doğru çekebilirsiniz.
Ben bu toplumda
yaşıyorum. Ama bu toplumun dışındayım. Avrupa’da adaletsizlik sadece ekonomik
ve siyasi cephede yok; insanların mevcut hâle baktığında da pek adil olduğunu
düşünmüyorum. Avrupa öyle ya da böyle küçülüyor. Hâliyle kendini beğenmişlik,
üstünlük duygusu ortaya çıkıyor. Ben bunu yaşadım, yaşıyorum. Bundan dolayı da
en azından gerçek olan bir bilincin varlığını gösterme niyetindeyim. Başınıza
gelen bir şey önemlidir, başkalarına ne yaşadığınızı bilen insanlar olduğunuzu
anlatmak da.
Bu mücadelede Mali’nin
bir yeri olduğunu düşünüyor musunuz?
Özel bir nedeni
olduğunu diyemem. Mali’nin şu avantajı var; daha çok bir kıta ülkesi, ulus
devlet olma özelliğine sahip. İnsanları yoksulluğa rağmen huzur içinde yaşamaya
çalışıyor. Zaman zaman ülkenin kuzeyiyle bir uyuşmazlık yaşansa da bu sorunlar
barış içinde çözülüyor. Bu, ülkeyi ayakta tutan bir şey. Mali son on iki yıl
boyunca bir demokrasi testinden geçti, bir anlamda başarılı oldu. Ne yazık ki,
bu durum insanların yaşamlarını çok değiştirmedi. Ama istikrarlı demokrasi
anlayışı -hayal de olsa- bir dava bilincini ortaya koydu.
Sinemayı araçsal bir
unsur olarak kullanıyorsunuz. Bu isteğinizden biraz konuşalım.
Sinema aynı zamanda bir
şeyleri örtmek, gizlemektir. Böyle yaptığımı düşünsem hemen bunun açığa
kavuşmasını sağlardım. Zira somut delillerden doğan bir veri var önümüzde.
Benim için, yaşananlara tanıklık eden bir sivil toplumu göstermek önemli. Bu da
çekilecek filmin esas noktasını oluşturuyor.
Teknik olarak kamera
olmasaydı mahkemede bir sanık kürsüsünde davanın şahitliğinde bulunmanın nasıl
bir duygu olduğunu bilemeyeceğimizi düşünüyorum. Kurgu gerek avukat gerekse
hâkimleri oynayacak oyuncular açısından farklı bir kadroya ihtiyaç doğuruyor.
Bunun yeterince karmaşık ve gerçeğe çok da uygun olmadığını düşündüğümden beri
normal hayatta avukat ve hâkim olan kişileri tercih ediyorum. Böylelikle teknik
bir detayı yerinde kullanmış olabiliyorum.
Kurgu, bilhassa
avukatların savunmalarında, oldukça karmaşık değil mi?
Sahnenin kurguya biraz
daha kolaylık sağladığını düşünüyorum. Kamera açıları farklıydı, mahkemedeydim,
aynı zamanda mahkeme heyetinin karşısında sanık kürsüsünde. O anları birkaç
şekilde yönetebilirdim. Mahkeme salonundan çıkabilir, dışarıda koltukta
oturabilirdim. Bu imkânım vardı. Kaldı ki bu sekanslar daha sonra da
çekilebilirdi.
Bamako’nun sözün bütün
anlamını yansıtan bir film olduğunu söyleyebilirim. Daha doğrusu sözlü bir
kültüre ait. Ben böyle bir kültürde doğdum. Ama ne yazık ki daha çok yazı
kültürüne dayanan batı tarafından hor görülebiliyor. Yazı kültürü güçlüdür,
derindir, iz bırakırsınız, ondan etkilenirsiniz. Ama sözlü kültür de farklıdır,
o da güçlüdür, izler bırakır. Henüz söylenmeyen şeyler vardır. Ben hep bunun
bilincine sahiptim. Çünkü bir anda, kalpten ve içten gelen şeyler bunlar. Sanık
kürsüsüne çağrıldığınızda –oyuncu olmadığınızı varsayalım- doğruları
söylersiniz, yalan söylemeniz neredeyse imkânsızdır. Sessizliğinizden çıkacak
bir şey insanları şaşırtabilir. Avukatlar için bunun metnin bulgularına ve
düşüncelerine yön verdiğini düşünüyorum. Ki ben böyle bir şeyi yazamam. Kimseye
kalkıp da “işte bunun söylediği bu, seni kışkırtan şey şu, işte senin söylemen
gereken kelimeler bunlar” diyemem. Her avukatın, her hâkimin bir duyguya,
gerçeklik bulgusuna yön veren bir yol içerisinde olduğunu söyleyebilirim.
Filminiz çıkış
noktanızla örtüşüyor mu?
Evet. Bir filme bakışım
-ki ben bu işi yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim- onun eksik bir eylem
olduğu yönünde. Sinema ve genel bir oluşturma biçimi belirli bir tamamlanma
üzerine inşa edilmiyor, çünkü başka bir zamanda ya da final bölümünü
incelediğinizde diyelim, düşündüğünüz ve istediğiniz şey gözünüzde gerçeğe
uygun olarak tekrardan canlanabiliyor. Çünkü bir duygu var, farklı şeyler
algılanıyor ve karşınızda bu sefer tek başına bir gerçeklik ayakta duruyor.
Bana göre bu başkasının yüzüne vurulmayan bir sinema. Çağrıda bulunan bir
sinema. Sinema eğer bir başkasının özgürlüğüne çağırıyorsa sinemadır. Çünkü bir
film çeken de bir kitap yazan da o filmi izleyen ya da o kitabı okuyandır aynı
zamanda; yani eşitlik. Film izlemek, onu yorumlamak ayrı bir oluşturma ve
düşünce eylemidir.
Neye eğildiysem o
anlatıldı. Bir başka deyişle, neredeyse hiç söz hakkı verilmeyenlere bir söz
hakkı tanıdım, insanın kutsal bir varlık olduğunu hatırlattım. Kıta
Afrikası’nda olanlar ortada. Yoksulluğa, sefalete rağmen insanlar yıllarca adaleti
ayakta dik durarak istedi. Bakınız, söz barışçıl bir eylemdir. Onunla içinizi
düzeltirsiniz. Karşımızda duranlara son çağrılardan biriydi tüm bunlar. Karşımızdalar
çünkü güçlüler, çünkü zenginler. Çünkü zengin olmak için başkalarını soyup
soğana çevirdiler.
Bu bilincin üzerinde sıklıkla
durulması gerektiğine inanıyorum. İnsanların bir kısmı güçlü, kurnaz ve onur
kırıcı. Daha güçlü ve daha zengin olmak için yok ediyorlar. Bugün geldiğimiz
nokta, çarktaki son aşama. Belki her nesil bunun farkında. Benim anlatmaya
çalıştığım bir döngüyü yaşadığımız; herkesin birtakım hassasiyetleri göz önünde
bulundurması, yarının dünyasını zarara uğratmadan biraz daha adil kılabilmesi
için bugün neler yapması gerektiğini kendisine sormasıdır. Bu önemli, çünkü
siyasetçiler bununla ilgilenmiyor. Siyasetin gedikleri kapatabileceği bir
noktaya gelmeliyiz. Sanırım, bunun için ellerinde yeterince imkânları var.
Diğer yönetmenlerin
yolunuzu izlediklerini düşünüyor musunuz? Kendinizi gözden geçirdiğiniz oluyor
mu?
Film çekerken, kendimi
bir öncü ya da sözcü olarak görmüyorum. Film belki de bu şekilde ortaya
çıkıyor. Başkalarına Bamako gibi film çekmelerini söylemek için kendimi hâlâ yetersiz
buluyorum. Bunun olması gerektiğine de inanmıyorum. Buna karşılık bir filmin
daha çok bilgilendirmesi, filmin ötesinde diğer iletişim araçlarının hizmet
etmesi –iletişim araçları önceden de hizmet ediyordu, belki de sinemanın bu
soruyu kendi tekeline alması- önemli. Ama bu filmde olan hiçbir şey yeni değil.
Her şey yazarlar, gazeteciler, ekonomistler tarafından yazıldı, çizildi. Şayet duyarlı
insanlar çıkıp aşılması gereken bir savaş var ve her şeyi yapalım derse, ancak
o zaman bütün bunların mutlu bir seyircisi olabileceğimi düşünüyorum.
Söylemek istediğiniz
başka şeyler var mı?
Bu filmde ortak bir
sorumluluğun altını çizdiysem; kendimizden, sorumluluklarımızdan az
bahsetmişimdir. Gündeme çok düşmedi. Ama çok da gündem olmasını istemedim. Zira,
kat etmem gereken başka yollarım var.
Fransızcadan çeviren: Ali Hasar