Ünlü Alman Yönetmen Wim Wenders'in 1987 yılı yapımı siyah beyaz ve renkli filmi Der Himmel über Berlin. Filmde Almanca dışında Fransızca, İngilizce ve Türkçe konuşmalar da yer almakta. Der Himmel über Berlin, (Wings of Desire – Arzunun Kanatları) iki meleğin bakış açılarından oluşan, Berlin, Almanya bugünü ve geçmişi üzerinden ilerleyen bir öyküye sahip. Wenders, zaman – mekan bağıntısını bozuyor bu filminde. Arzunun Kanatları, ulusal kimlik sorunları taşıyor. Wenders, Savaş sonrası Almanyası'ndaki giderek etkisini gösteren popüler Amerikanist kültürün temasını işler ve kendisi şunu ifade eder: "Başından beri emin olduğum ve faşizmle bir ilgisi olmadığını düşündüğüm tek şey rock müzikti."
Müspet olmayan etkiler ile Wenders, filmlerinde bir bakıma protest bir dil koyar. Soft müzikler, kişiliksizleştirilmiş sesler aracılığıyla amaçlarına ulaşır. Arzunun Kanatları bu açıdan Henri Alekan'ın Berlin'in siyah beyaz fotoğraf kareleri ile geçmiş – gün çizgisinde cirit atar. Postmodern bir sinemasal dilinin hakim olduğunu söylemek hata olmayacaktır. Wenders tarih, savaş, barış, arzu, kimlik, eylem, estetik kavramlarının arasındaki savaşı ele alır Arzunun Kanatları'nda ve film boyunca bizim şahitlik ettiğimiz insanlar, kareler bunu onaylamaya yeter. Wenders'in bu filminde alttan alta popüler kültüre nasıl bir tavır koyduğu nettir. Kişisel istekler, insanların geçmiş ve tarih ile nasıl bir bağın olduğu, rock müzik ve bunun peşine sıralanan yıkılmış bir Berlin manzarası bizim filmden aldığımız öteki bir yansıma. Ulusal Kimlik sorununun bir bakıma iyi – kötü olgusu çerçevesinde şekillenmesi ve masumiyetin ardında yatan kötü potansiyelinin varlığı Arzunun Kanatları'nı vitrine çıkarmayı sağlıyor. Kişiliksizleştirilmiş monologların ve zaman – mekan mefhumunun ve de özellikle Wenders'in Melekler'in zaman – mekan dışında bulunduğu gerçeğiyle kendi gayesini filmin geneline yaymayı başarabilmesi oldukça yerindedir.
On bin kez aklımdan geçirdim, ama bu defa yapacağım. Bu kadar sakin olmam çok tuhaf. Neden acaba bu siyah ayakkabılarla, bu kırmızı çorapları giydim? Ne kadar salağım! Hava sisli, soğuk. Soğuk olacağını biliyordum, kazak giyseydim keşke. Aslında bu ceketim fena değil. Ucuzluktan almıştım. Yalnız çanta açılıp duruyor. O hediye etti. Neyse. Uçmayı çok isterdim. Ne kadar sürer acaba? Uçak Berlin'in üzerinde sürekli daireler halinde uçuyor. Birazdan düşer. Ne kadar da soğuk. Benim ellerim hep sıcak olurdu. İyi bir işaret galiba. Ayaklarımın altı gıcırdıyor. Acaba saat kaç oldu? Güneş batmak üzere. Herhâlde batı burası. Neyse, en azından artık batının nerede olduğunu biliyorum. Trenle eve giderken hep doğuya gitmişim. Onluk kart alıp bir mark kazançlı oluyordum. Güneş arkamda, yıldız solumda. Fena değil aslında. Güneş ve bir yıldız. Küçücük ayakları. Nasıl da hep bir ayağından diğerine sıçrardı, ne hoş dans ederdi. Baş başaydık. Mektubumu aldı mı acaba? Umarım henüz okumamıştır. Berlin, benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Havel nehir miydi yoksa göl mü? Bunu hiçbir zaman kavrayamadım. Arka tarafa da Wedding mi diyorlardı? Peki doğu? Aslında her taraf doğu. Tuhaf insanlar. Bağırıyorlar. Bırak bağırsınlar. Bana ne, bana ne. Tüm bu düşünceler. Aslında artık düşünmek istemiyorum. Gidiyorum. Peki neden?
Arzunun Kanatları, bireyselliğin ötesinde toplumsal yıkımın gediklerinin peşine düşmekte. Filmdeki flu görüntüler, siyah beyazlık, kullanılan monologlar, siyah beyazlıktan renkli anlara geçiş aralığı, mesafe yoklamaları ve çatının omurgasını oluşturan Wenders sancıları ile Kanatlar harekete geçiyor. Her kanat çırpılışı, bizi Alman tarihine, bilinçaltlarının sömürülüşüne götürmekte. Wenders, sessizce ve anarşiyle hareket ediyor. Anarşi ve içsel hareket intihar eşiğiyle, toplumun kendi sancıları yaşlı adamla, kör kadınla, trapez sanatçısıyla, soğuk ve yıkık Berlin ise fotoğraf karelerinden gün yüzüne çıkıyor. Wenders biraz da filmin içinden çıkıp bir başka boyuta geçiyor. Arzunun Kanatları, sadece süredizimsel düzlemde değil, o zamanın zamansızlığında bir konumda. Yelpazenin genişliği, Berlin üzerindeki Gökyüzü gibi. Der Himmel über Berlin, radikalleştirilmiş anlatı ile görüntüler arasında tıkılıp kalmış bir film değil, bunların sınırlarını aşan bir yapım özelliği taşımakta ve aynı zamanda da modern toplum ile 1945'lerin Almanyası'nın arasındaki bir gelgitin gölgesi olmaktadır.
İçsel eylemin direnişi ve yitirilişi hâkim. İnsanlar sevgi, arzu, keder ve özleme mengene ile sıkıştırılmış. Soğuk metropol vicdanlarından kaçmaya çalıştıkları yer de ise kendilerinin geçmişte bıraktıkları var. Zaman ve mekan kavramı bu noktada devreye giriyor. Arzunun Kanatları kendi örgüsünü sarmallaştırıyor ve Melekler ile biz iyiye dönüyoruz. Wenders; Bruno Ganz, Solveig Dommartin, Otto Sander, Curt Bois gibi usta oyuncuların başarılı performanslarıyla filmin siyah beyazlığını bize unutturuyor. Renkli kısımların az kullanılışı, perdeden perdeye geçişleri rahatlatıcı kılmakta, boyuta derinlik kazandırmakta.
Wenders ulusal kimlik arayışının ötesinde kent mekanları, etik, estetik ile bir öykü anlatıcısı. Vurguladıkları kendi ülkesinin hikâyesi, hikâyeleri ve ötesi. Öyküsündeki kavramların kendi aralarındaki gerilimini tırmandırır, onların potansiyelini şekillendirir. Anlam ve görüntülerin gücü ile kendini konumlandırır. Arzunun Kanatları, salt Alman toplumuna değil, giderek yalnızlaşan modern Avrupa'ya da ışıklar gönderir. Tüm bunlara ek olarak, Wenders ve Der Himmel über Berlin'i, gerek temasıyla gerekse atıfta bulunduklarıyla izlenilmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yapım. Öykü yazanlar ölürse, çocukluk öyküleri de ölür.
Yasujiro, François ve Andrej'ye...
Aralık 2011