İranlı yönetmen Majid
Majidi’nin Baran filmi Fransız sinemaseverlerle buluştu. İran’daki Afgan
mültecilerin konu edildiği film, bölgedeki mevcut politikaların tansiyonunu
ölçmesi açısından kayda değer bir yapım olma özelliğini koruyor.
Majid Majidi, Cannes’a
davet edilen yönetmenler arasındaydı. Geriye dönüp baktığımızda, Majidi’nin ilk
uzun metrajlı filmi Bedük, 1992’de ülkemizde seyircilerle buluşmuş, ama pek
ilgi görmemişti. Majidi’nin filmleri Fransa’da sürekli olarak geç vizyona girdi
ya da gösterim tarihi konusunda muhtelif ihtilaflar yaşandı. 1996’da
Saint-Sébastien’de Jüri Özel Ödülü alan Peder, üç yıl sonra sinemalarda yerini
aldı. Aynı durum Beççeha-yı Asuman, Reng-i Hoda, Baran için de yaşandı. Halbuki
bu üç film 1997, 1999, 2001’de Montreal Film Festivali’nde büyük ödüller
kazanmıştı.
Majid Majidi filmleri
Kuzey Amerika’da başarı sağladığı gibi Majidi’nin kendi ülkesinde de üst
sıralara yükselmişti. Majidi’nin Avrupa’da kabul görülmesi için oldukça az bir
çaba sarf ediliyor. Baran’ın gizemli çekiciliği umuyoruz ki bu algıyı bir nebze
de olsa ortadan kaldırır.
Filmlerinizden
hareketle, Fransa’da İran Sineması’na olan ilgi eksikliğini neyle
açıklayabilirsiniz?
Her şey filmleri satın
alan ülkelere bağlı. Benim ilk üç filmim Bedük, Peder ve Beççeha-yı Asuman Fransa’daki
şirketlerce satın alınmıştı, ama neden birkaç yıl sonra vizyona soktular,
bilmiyorum. Baran’daysa Films sans Frontieres ile daha çok maddi açıdan bir
münasebet yaşanmıştı. Ve bu, iki yıl kadar sürdü. Üzülmüştüm, çünkü Baran 11
Eylül 2001’den önce İran’da vizyona girmişti.
Baran’ın alt metninde,
Afgan mültecilere az çok alışan İranlılar ile açık ve anlayışlı gibi gözükmeyen
hükümet arasında bir uyuşmazlık yer alıyor. Bu aynı zamanda şuanda İran’daki
mevcut tartışmaların da gündemini oluşturmuyor mu?
Elbette. Çünkü sefalet
içinde yaşayan dört milyon mültecinin olduğu bir ülkede bu bir karmaşa ve
güvensizlik duygusunu ortaya çıkarıyor. Kalbimin bir köşesindeydi, bu Afgan
mültecilerin zorluklar içinde hayata tutunduklarını ve büyük bir vekarla ayakta durduklarını
gösteren bir film çekme niyetim vardı. Baran’ı da bu mazlum insanlara karşı
oluşan önyargıları yıkmak için çektim.
Her ne kadar bir sınıf
savaşı olsa da –Afganlar işçi sınıfının ve bazı İranlıların altında yer alıyor-
İranlılarla Afgan mülteciler arasında bir kardeşlik bağı var.
Kültürlerimiz ve dillerimiz
birbirine yakın. Aynı toprakların insanlarıyız. Herat’a gitmiştim, iki yüz yıl
öncesi aklıma geldi. Duvarlara ve Farsça eski şiirlere baktığımda bir duruluk
ve arınmışlık hissettim. Atalarımız buralarda yaşamışlardı, biliyordum.
Bahsettiğimiz güvensizlik duygusu ve uyuşmazlık bütün göçleri kapsıyor. Şunu
iyi bilmek gerekir ki Afganistan uyuşturucu imal eden bir ülke ve bu durum
İran’da insanları bilhassa eroine bağımlılıklarını arttırabiliyor. İranlılar
bunun Afgan göçüyle ilişkisi olduğunu düşünüyor. İran’da bir doz eroinin bir
paket sigaradan daha ucuz olduğu dönemler oldu. Afganistan’da afyon marketlerde
satılabiliyor. Çok iyi hatırlıyorum, bir satıcıya bir gram afyonun fiyatını
sormuştum. Gülmüştü, çünkü kiloyla satılıyor demişti. 7 kilo afyon nereden
baksanız 200.000 toman, yani 200 euro. Bir İranlının en düşük aylık geliri. Fiyatlar,
İran’a ya da Tahran’a gittiğinizde artıyor. Afganistan, Avrupa ve ABD için
dönen bir topaç gibi. Afganlar bu ticareti yaşamak için yapıyor, Batı’ysa bir
kene gibi kanlarını emiyor. Bugün kullanılan silahlar bile uyuşturucudan daha
az zarar veriyor. Böyle bir yıkıma karşıysa hiçbir önlem alınamıyor.
Baran’da İranlı genç
çocuk, küçük Afgan çocuğunu saçını tararken görüyor ve onun küçük bir Afgan kızı
olduğunu fark ediyor. Bir anda bütün önyargıları gidiyor. Bana göre, bu sahnede bir
saflık ve de masumiyet yatıyor.
Saflık, içimizdeki
bütün duygularda: aşkta, içimize attığımız ama asla gizleyemediğimiz
adanmışlıkta. Bu kültürel bir olgu aynı zamanda gizemli; geleneksel şiirimizde,
Hafiz’de de yer alıyor. Bize her şeyi sunan bir tılsım, bir mana.
Küçük bir Afgan kızın
erkek çocuk kılığına girip çalışması ve kazandığı parayı ailesine vermesi Afgan
yönetmen Siddiq Barmak’ın Osama’sında da var. Bu durum, bu coğrafyaya özgü
gündelik bir hadise mi?
Sanırım bu daha çok
küçük Afgan kızın kendi düşüncesi. Onunla bir kampta tanışmıştım, babası
çalışamıyordu. Ona ne yapacağını sorduğumda, çalışmak için erkek kılığına
gireceğini söylemişti. Bu durum gayet normal gibi, çünkü onun aklına ilk gelen
düşünce buydu.
Filminizin arka
planındaki yağmurun sembolik bir anlamı var mı? Küçük kızın tinsel varlığına
işaret ediyor olabilir mi?
Filmim iki kısımdan
oluşuyor: birincisi gerçekçi; sosyal sorunlarla - ikincisi manevi; aşk cihetiyle.
Kızın ismi, Baran. Baran, yağmur demek. Erkeğin ismi, Latif. Latif, sunmak
demek. Latif, yağmurla olur. Baran’sa, beklemekle. Yağmur, toprak için bir
bereket ve rahmettir. Baran’da İran Şiiri’nden gelen anlatılar var. Filmimi
hangi ülkede temsil etsem, halkımı yansıttığımı belirtmek isterim.
Fransızcadan çeviren: Ali Hasar