Kültürümüzün ortak fantezisi, bataklıklardan kaçabileceğimizi veya çözebileceğimizi söyler. Yaşamımızın ikinci yarısında, karmaşadan uzak olmasını isteriz. Size bir haberim var. Yazgı, doğanın derin kuvvetleri, geçmişimizin özerk gücü ve kendi seçimlerimiz, bizi mutlaka zaman zaman bataklıklara götürecektir ve ne kadar doğru düşünürsek düşünelim, ne kadar doğru davranırsak davranalım, nasıl bir dine inanırsak inanalım ve ne kadar sağlam bir psikolojiye sahip olursak olalım, bu düşüşlerden kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Bunun aksini vaat edenler şarlatandır.
Bu bataklıkların stresini yaşarken, bizi en başta oraya götüren kavrayışlarımızı, stratejilerimizi ve tutumlarımızı uygulayarak daha da gerileme ihtimalimiz yüksektir. Kişi derin bir çukurdaysa ve elinde sadece bir kürek varsa, onu ilk baştan çıkaracak şey o küreği kullanarak daha da derin kazmaktır. Bunun yerine, bataklıkların kaçınılmaz ve bilinçli güç fantezimizin zıt tamamlayıcısı olduğunu anlamamız gerekmez mi? Hayat bizden acı çekmekten kaçınmamızı talep etmez, ona rağmen daha anlamlı yaşamamızı ister.
Popüler kültürün tüm kandırmacalarına rağmen, yaşamın amacı mutluluk değil anlamdır. Acı çekmekten kaçınmaya çalışarak mutluluk arayanlar, hayatın gitgide daha da yüzeysel hale geldiğini göreceklerdir. Daha önce gördüğümüz gibi, her bataklıkta karşımıza bir görev çıkar ve bu görev yerine getirildiğinde hayat eksilmez, aksine genişler, bizden hayatı olabildiğince tam yaşamamızı talep eden evrenle girdiğimiz bir dizi ilişkidir. Bunu yaptığımızda aşkın anlama hizmet etmiş ve onu kendi aracılığımızla var etmiş oluruz. Bundan kaçınmak ise, kendi amacımıza tecavüz etmektir.
Popüler kültürün tüm kandırmacalarına rağmen, yaşamın amacı mutluluk değil anlamdır. Acı çekmekten kaçınmaya çalışarak mutluluk arayanlar, hayatın gitgide daha da yüzeysel hale geldiğini göreceklerdir. Daha önce gördüğümüz gibi, her bataklıkta karşımıza bir görev çıkar ve bu görev yerine getirildiğinde hayat eksilmez, aksine genişler, bizden hayatı olabildiğince tam yaşamamızı talep eden evrenle girdiğimiz bir dizi ilişkidir. Bunu yaptığımızda aşkın anlama hizmet etmiş ve onu kendi aracılığımızla var etmiş oluruz. Bundan kaçınmak ise, kendi amacımıza tecavüz etmektir.
Yaşamın ikinci yarısında birçok yenilgi ve hayal kırıklığı deneyimleriz. Arkadaşlarımızı, çocuklarımızı, enerjimizi ve son olarak da hayatımızı kaybederiz. Bunca yenilgiye rağmen kim gerçekten ayakta durabilir? Fakat yaşam görevimiz, hayatın ilk yarısının kazanmak ve elde etmekten oluşan gündemini nasıl benimsediysek, yaşamın ikinci yarısında kayıplardan oluşan gündemini de aynı şekilde kucaklamamızı ister.
Jung şöyle der:
"Yaşamın ortasına gelindiğinde parabol tersine döner, ölüm doğar. Yaşamın ikinci yarısı yükselmeyi, açılımı, artışı, coşkuyu değil, ölümü ifade eder, çünkü amacı sonlanmaktır. Yaşamayı inkâr etmek, yaşamın sonluluğunu reddetmekle eşanlamlıdır. Her ikisi de yaşamak istememek anlamına gelir ve yaşamak istememek demek, ölmek istememekle özdeştir. Yükselmek ve alçalmak tek bir eğri oluşturur."[1]
Bilincimiz için ne kadar tatsız olursa olsun, bataklıklardan kaçış hayatın tamlığından kaçış demektir; bu tamlık yalnızca çelişkilerle ifade edilebilir ve çelişkiyi dışlayan herhangi bir dünya görüşü veya psikoloji yaşamın diğer yarısını dışlıyor demektir.
Mevcut "kendini iyi hissetme" kültürümüzün temel çelişkisi, giderek daha tereddütlü hale gelmemiz ve hayatımızın gerçekten bir anlamı olduğuna daha az ikna olmamızdır. Kendini iyi hissetmek, hayatımızı değerlendirmek için zayıf bir ölçüttür; anlamlı bir yaşam sürmekse iyi bir ölçüttür çünkü bunu başarabildiğimizde geriletici değil, geliştirici bir gündem dahilinde yaşıyoruz demektir. Zaten her şeyi çözmemiz hiçbir zaman mümkün değildir. Hayat karışık, gerçekler daha da karışıktır. Ego kendisini daha fazla rahata kavuşturmak için elinden geleni yapacaktır; ama ruh bütünlükle ilgilenir ve bu gerçek egoyu daha da rahatsız eder. Bütünlük rahatlık, iyilik ya da uzlaşmayla ilgili değildir; bütünlük bu kısa, eşsiz, derin köklü hasadı son damlasına, tortusuna kadar yudumlamaktır.
Gördüğümüz gibi ego bilincinin yaşamın ikinci yarısındaki görevi, yoldan çekilmek ve daha büyük bir ruhsal gündemi benimsemektir. Genç egonun fantezisinin aksine, daha geniş yaşam, New Age aşkınlığının yüce zirvelerinde ya da köktenciliğin karmaşadan kaçışında değil, ıstırabın bozkırlarında, Yeats'in ifade ettiği "insanın damarlarındaki öfke ve çamurda" bulunacaktır. Ancak bu şekilde büyürüz, acı ve yenilginin içinde dayanamayacağımız zenginlikteki anlamı buluruz. Acıyı kucakladığımızda, çelişkiyi kabullendiğimizde değer görmeyi hak ederiz. Jung'un çok isabetli bir biçimde belirttiği gibi, "Görünüşte katlanılmaz olan bu çatışma, hayatınızın doğruluğunun kanıtıdır. İçsel çelişkinin olmadığı bir hayat, ya yarım kalmış ya da ahirette yaşanan bir hayattır, ki bu sadece meleklerin yazgısıdır. Ne var ki tanrı, insanları meleklerden daha çok sever. [2]
İçinde bulunduğumuz anda kavrayamasak da, her bir bataklık ziyareti zenginleşmek demektir, çünkü yalnızca karşıtların deneyimlenmesiyle elde edebileceğimiz bir açılıma, derinleşmiş bir bilince ulaşmamızı mümkün kılar. Zıtlıkların bu etkileşimi eksilmeye değil, genişlemeye yol açar. Doğruyu söylemek gerekirse, büyümek zorunda olmasak fena olmazdı. Ne var ki hayat, bunu ve daha fazlasını talep eder bizden. Yazgımıza karşı günlük yükümlülüğümüz, Nikos Kazancakis'in tarif ettiği askerin duası gibi olmalıdır: "Bir generale rapor: Bugün bunları yaptım, savaşı kazanabilmek için kendi mıntıkamda böyle savaştım, şu engellerle karşılaştım ve yarın da işte şöyle savaşmayı planlıyorum."[3]*
_________________________________
* James Hollis, Yaşamın İkinci Yarısında Anlam Arayışı, çev. Kerime Dalyan, İletişim, 2022, s. 256.
[1] Carl Gustav Jung, Psychological Reflections, s. 323.
[2] Carl Gustav Jung, Letters, cilt I, s. 375.
[3] Nikos Kazancakis, Çileci Tanrının Kurtarıcıları, çev. Harun Ömer Tarhan, İstos Yayınları, İstanbul, 2012.