Bulgaristan Sineması'nın parlayan yıldızlarından Stephan Komandarev'in 2008 yılı yapımı filmi Svetat e golyam i spasenie debne otvsyakade. Alexander Georgiev'in kazada ailesini yitirmesi ve bu kaza sonucu hafızasını kaybetmesinin ardından gelişen olaylar etrafında dönen hikâye, küçük, sıradan gibi gözüken ama oldukça etkileyici bir Balkan öyküsü niteliğine dönüşüyor. Komandarev'in anlatısı, gerek geriye dönük şekilde gerekse olayın geçtiği ana odaklanarak ilerliyor. Bulgaristan'ın 90 öncesinde yaşadığı dönemden izleri bulunan Komandarev'in bu yapımı, salt toplum içindeki aileye değil, ailenin yaşadığı merkezin kendi totaliter düzenini de resmediyor.
Komünist rejim ve aile düzeni. SBKP – BKP. Georgiev'in dedesi burs kazanıp Doğu Almanya'da eğitim görmüş ve 1954'teki Bulgaristan Bisiklet Turu'nu birincilikle bitiren birisi. Macar Ayaklanması'nda öğrenci eylemlerine katılmış ve de Stalin Anıtı'nı dinamitle havaya uçurmuş, hapislerde kalmış ama hayatın bulmacasını tavlanın dilinde bulmuş bir deli, bir rahatsız. Tavlası, kendi içindeki düzeni. Tavlanın kralı, Bai Dan. Georgiev'e anlattığı her şey bir yaşanmışlık. Hayatın durgunluğunu hissediyor en derinde Bai Dan. Sahiplenme duygusu sonsuz, ailesine, kızına ve eşine ve de torunu Georgiev'e çok bağlı. Birbirine bağları oldukça yüksek bir aile, iltica etmeleri gerekiyor. Sistem onlar için ağır, kaçmaları kurtulmaları gerekli. Buradaki kaçış, düzenden, yıkılmışlıktan. Sovyet Leonid Brejnev'in ölümü üzerine nizama duran işçi Bulgarlar, Bulgaristan'ın içindeki durumu portreliyor. Aile, Almanya'yı kurtuluş görüyor. Memleket ise tozlara bulanmış vaziyette. Aile, belki de uyuma uymak zorunda. Nizam öyledir ki ona uymazsınız başınız ağrır. Eylemin ilerleyişi filmi sıkmıyor, filmin yerin altından giden alegorisi, ironisi, dramı, sevinci öyle bir yoğruluyor ki naif bir yapım oluyor Svetat e golyam i spasenie debne otvsyakade. Politik atıfların suyun altında kaldığı filmde, insanın ön plana çıktığı, kişiler arasındaki bağın pedallarla yol aldığı, özgürlüğün ve hayalin sınırlarının çizilmediği bir azmin, umudun gölgesi yer alıyor.
Milis Yoldaş, niye bana içten bir Lenin bakışı atıyorsun?
Komandarev, insana odaklanırken onu en doğal hâliyle sunuyor. Gösterişe kaçmıyor. İnsanın nizamın etrafındaki şekillenişi, hayatın ve de tavlanın zarları arasındaki şansı, kurtuluşa dönüyor. Yakın ve uzak. Bu kavramların, yaşamın kendi cereyanında hangi manalara yüklendiği sorusunu soruyor Komandarev. Bulgar halkının rejim içindeki, renkli ve hüzünlü perspektifi, yaşlısından küçüğüne, yetişkininden olgununa dek sirkülasyonu devr-i daim içinde. Olağandışılığın çok uzaklarda seyrettiği filmde, hissiyatın derinliklerine inmeyi amaçlayan, duygu geçişlerinin öncülleriyle var olduğu bir plan hâkim. Bulgar düzeni, Balkanlar'a takılıp kalmıyor, oradan Avrupa'ya metropolitan hamlelerle kendi standartlarını yerleştiriyor. Komandarev, tek bir insandan çoğunluğa uzanıyor. Ben'den Biz'e. Ezilmişlik, baskı, mücadele alanı, etkileyicilik, toplumcu alegori ve hiciv, ruhun dirilişi ve çöküşü üzerine ince dokunuşlarla görselliğin şiiri, melodilerle raks ediyor. Kapıdan çıkınca yalnızlık başlıyor, umuda giden yol kaderin kendisi oluyor. Hatalar insanîdir. Komandarev'in altını çizdiği noktalardan birisi, insanın mutlak yolculuğunda önüne çıkan engellere rağmen dik durmayı başarabilmesi, tokatların altında kalan bir yüzün, umudun ışığında kurtuluşa ereceğini haber etmesidir. Nazarî olarak döngünün kendi içindeki doğrusu öznelliğini korusa da, kimi zaman yaşanmışlıklar ortak bir paydadır. İnsanlar bu paydada birleşip kesirleri oluşturur ve tama, tüme, bir öze dönerler.
Dünya kocamandı ve şeker kamışının uzaklarda yetiştiğini biliyordu…
Bulgaristan'ın içindeki bulantı, dışa taşıyor. İnsan, kaçışının peşinde. Umudun yenisini arıyor. Mutlak sevgisini kucaklamak istiyor. İtalya'daki iltica, totaliterlerin hiyerarşisiyle buluşup halkları bir çıyan gibi eziyor, zehirliyor. Ertelemeli günler, anlamların dinamizmi ve ardılı saklı Komandarev'in dilinde. Bisiklet, bağımsızlığı, hür insanı taşıyor gurbetten sılaya. Pedallar hiç bitmiyor, yağmurlar yağmak için sırada. Gökyüzü halklara kucak açıyor. Özünde Bulgaristan kalan ülkeye dönüş, bir dirilişin tohumları. Filizler açacak, tavlalar yine zarlarla ihtiyarlara selam duracak. Yek ve düşeş. Sayılara saklanmış zafer, paraya değil, onurla merdivenleri çıkıyor. İnsan onuru paraya endekslenemeyecek derecede kutsaldır Komandarev'in Bulgaristan'ında. İltica, sürgün bir gözyaşının resmidir. Chicago çok uzak ve orada bir yetiştirilmiş bir ümit uykuda. Bekleyiş yıllarca. İnsan hep bekliyor, yaşamın satır aralarında doğum ve ölüm bir milat. Komandarev bütün ustalığıyla yıllarca rejimin etkilediği Bulgar halkını tasvir ederken, bir aralığı da bırakmaktan kaçmıyor. O düşünce aralığı, bizi biz yapan değerler. Çünkü, insan diğerinin erdemiyle, sevgisiyle vardır. Kimse sevgisiz yaşayamaz. Georgiev, dedesinin umudu, bizimse sevgimiz. Köklerin arayışı, ümidin tam bağımsızlığı, hür toprak ve halkın kutsal yolculuk zirvesi, kilometreleri aşıyor. Bulgaristan, bir çarka dönüşüyor. Tavla, insanın içindeki çıkmazlığı yok sayıyor. İmkansıza aralık bırakıyor. İkinci bir şans yoksa, insan en hayırlısını ummalı. Bu bağlamda Komandarev, en güzelini, en iyisini, en hayırlısını, fırsatların görkemliliğini bize sunarken biraz hüzünleniyor, biraz tebessüm ediyor. Çekiliyor sonra aradan. İpleri bırakıyor kasabalara. Evler, jelatinlenmiş kırıklıkları kabul etmiyor. Güç, bir doğrudur ve insan kendi doğrusunu ne derece iyi tartıyor ve yoğruyorsa o denli ayaktaki duruşu da kavileşiyor. Öze dönüşün, bir çocuk tebessümüne döndüğünü ve sonunda en kötünün bile iyi olduğu bir dünyanın ahvali gizli Komandarev'in kamerasında. Komandarev, sahteciliği elinin tersiyle geri çeviriyor, onun dünyasında yalana yer yok, kötülüğün zaferi yok, iyiliğin ve direncin savaşı var. Balkanlar'ı aşan bir öykü, bir destan, bir güzelleme Svetat e golyam i spasenie debne otvsyakade. Gökkuşağındaki renkleri alıyor kendisine. Zarları atıyor, kapılar kilitleniyor. İstanbul Boğazı'nı, Çanakkale Boğazı'nı kapatıp düşmanı Karadeniz'e gömüyor.
Dünya kocaman ve kurtuluş hemen şuracıkta gizleniyor.
Mart 2012, İzmir