—
Bu çeviride Ağustos 2014'te The Paris Review'de yayınlanan metinde Anne Karenina ile ilgili kısımlar temel alınmıştır.
İngilizceden çeviren: Gökhan Özcan, Heyula Eleştiri, Ağustos 2014.
Türkçede Peter Mendelsund, Okurken Ne Görürüz, Metis Yayınları, Kasım 2015.
—
Heyula Eleştiri kapandıktan sonra, bu çeviriyi geçen 5 yılın ardından yeniden yayınlama inceliğini gösteren değerli dostum Gökhan Özcan'a teşekkür ediyorum.
—
Eğer size "Anna Karenina'yı tasvir edin", deseydim, muhtemelen onun güzelliğinden dem vururdunuz. Eğer dikkatle bir okuma yaparsanız, onun 'dolgun kirpiklerinden', kilosundan, belki de kısa tüylü bıyıklarından (evet öyle bir şey var) dahi bahsedebilirsiniz. Mesela, Matthew Arnold, dikkatini Anna'nın omuzlarına, saçlarının sıklığına ve yarı kapalı gözlerine yoğunlaştırır.
Peki, Anna Karenina neye benzemektedir? Kendinizi, gayriihtiyari –ayrıntıları ile beraber– bir karaktere yakın hissedebilirsiniz, ancak esasen bu, bir kişiyi tahayyül ettiğiniz anlamına gelmez. Hiç de kesin olmayan şekliyle...
Birçok yazar (isteyerek ya da istemeyerek) kurgusal karakterlerini fiziksel tasvirden ziyade davranışsal tasvir ile oluşturur. Bu, fiziksel tasvirde çıta atlamış bir yazar dahi olsa, yine de bizler, aylak beden kısımlarının ne idüğü belirsiz tertipleri ve rastgele detayları ile baş başayızdır (Yazarlar bize her şeyi anlatamaz). Boşlukları doldurur, onları gölgeler, üzerlerini örtüp ihmal etmekten de geri durmayız. Anna: saçı, kilosu bunlar sadece görünen özelliklerdir ve birinin gerçek suretini yansıtmazlar. Onlar bir vücut tipi ortaya koyar, bir saç rengi... Anna neye benzemektedir? Bilmiyoruz – karakterlerimizin zihinsel şemaları robot resimlerden daha berbattır.
***
Okuyucularla müzakere eder, onlara, onların en sevdikleri karakteri açık bir şekilde tahayyül edip edemeyeceklerini sorarım. Bu okuyuculara göre, zülfüyâre dokunan bir karakter, William Shakespeare'in lafzına sadık kalarak, "bedene bürünmüştür". Bu okuyucular, bir kurgu işindeki muvaffakiyetin karakterlerin varsayımsal otantikliğine bağlı olduğu konusunda mutabıktırlar. Bazı okuyucular daha da ileri gider ve bir romandan keyif almanın tek yolunun, ana karakterlerin kolayca görünebilir olduğuna bağlı olduğunu iddia eder:
"Zihninizdeki Anna Karenina neye benzemektedir, resmedebilir misiniz?" diye sorarım. Onlar da "Evet" derler, "Burada, önümde dikiliyormuş gibi."
"Onun burnu nasıldır?"
"Bunu boylu boyunca düşünmedim; ama şu an düşünüyorum da, herhangi birinin burnuna sahip olabilir."
"Ama durun– Ben sormadan önce nasıl tahayyül etmiştiniz? Burunsuz mu?"
"Şey..."
"Dolgun kaşları mı var? Kakülleri? Neresi daha kiloludur? Ağırkanlı mıdır? Gülme çizgileri var mıdır?"
(Bunun bir karakterden daha fazlası olduğunu sadece çok sıkıcı bir yazar söyleyebilir. Tolstoy bile Anna'nın narin ellerinden bahsetmekten usanmaz. Bu simgesel tasvir Tolstoy için ne anlama geliyor?)
Bazı okuyucular bu karakterleri sadece okuma yapıyorken tahayyül edebileceklerini iddia ederler. Bu konuda kuşkuluyum, ancak karakterlere ait suretlerimizin buğulu olmasının an itibariyle hayreti içindeyim çünkü görsel belleklerimiz genel manada buğuludur.
***
Fikirsel bir tecrübe: Annenizi tahayyül edin. Şimdi de en sevdiğiniz edebi karakteri tahayyül edin. (Veya: Evinizi tahayyül edin. Sonra da Howards End'i.) Annenizin görüntü izi ile sevdiğiniz edebi karakterin arasındaki fark, daha fazla odaklanmanız, annenizin (zihninizde) daha fazla aydınlanmasıdır. Bir karakter kendini kolayca afişe etmeyecektir. (Daha yakından bakman, onu –Anna'yı– daha da uzak kılar.)
(Aslında, bu bir tesellidir. Kurgusal bir karakterin yüzüne ağırlık verdiğim zaman, mesele tanıma meselesi değildir de uyumsuzluktur. Tanıdığım kimseleri tasavvur etmeye son veririm. Ve sonra düşünürüm de: Bu Anna değil!)
***
Bir okuyucu bana, William Faulkner'in Ses ve Öfke’sinde Benjy Compson'ın "hantal, dengesiz" olduğunu söyledi.
Tamam da o (Benjy Compson) neye benzemektedir?
Edebi karakterler fiziksel olarak buğuludur. — Onlar sadece birkaç çizgiye sahiptir ve bu çizgilerin dişe dokunur bir şey olması çok zordur, ya da daha ziyade, bu çizgiler sadece, bir karakterin anlamını zenginleştirdiği ölçüde önem arz eder. Karakter tasviri, sınır çekme gibi bir şeydir. Bir karakterin çizgileri, (o karakterin) sınırlarını çizmesine yaramaktadır. –Ama bu çizgiler bir kişiyi tam manası ile resmetmemizi sağlamaz.
***
Muhakkak ki, bir metin, muhayyilemize gelen çağrışımı izah edemez. Bu yüzden kendi kendime sorarım: Bir yazarın en bastırılmış ve sınırlı hali, en canlı kanlı tahayyül ettiğimiz şeyi mi olmaktadır?