Yasujiro Ozu, tüm zamanlarımın büyük ustasıdır.
Wim Wenders
Yakınlık ve uzaklık. İnsan kendi göreceliğinde bu kavramlar üzerinden ilişkilerini geliştirirken bir noktadadır. Noktanın ehemmiyetiyle satır aralarını doldurur. Modern toplumun içinde sadece kendi benliğinin yansımalarını bulmaya çalışır ve bu olurken de kişi kendine ait olan sistemin içinde bulanıklarını yok eder, puslu manzaralardan öteye uzanır, en derine, en güzeline, en sevdiğine. İnsan sevgiyledir zira, erdemledir ve de kendi ahlâkî şablonu içerisindeki parametreleri bu çerçeveye göre olumlama ve olgunlaştırma eylemleri içinde şekillendirir.
İnsanın hayatında her zaman bir meşgale vardır. Tüm bu meşgaleler hayat ilerledikçe öyle bir hâl alır ki bunun yerinin bir zaman sonra hayal kırıkları alır. Körleşme ne kadar derinse, sancısı o kadar fazladır. Ozu'nun nakışladığı bir insanlık, kendi içimizdekine bir yöneliş, Noriko'nun hissiyatı. Ozu'nun Tokyo'su, metropolitan yaşantılar içerisinde saflığını yitirmeyen, kendini olgunlaştıran, öz hâlinin etrafında dolaşan insanın çizgisini tasvir eder, ağır ağır, sindire sindire. Gösterişe kaçmaz. Düz çizgiler, statik durumlar, alçalan kamera ve de kompozisyon derinliğiyle Tokyo'sunu diri tutar. Aile kavramını dünyaya açar, gösterir, ağırdan. Zıtlıkları birlikte tutar. Kalbimize bir merdiven uzatır. Taşranın yüceliğini ortaya koyar. Giderek kirlenen metropol vicdanlarına sessizce bağırır. Siyah beyaz her yer. Mesafelerin bir manası yok Ozu'da.
Yaşlı çiftin yüzlerindeki çizgiler bu hayatın yorgunluğu. İnsanın sade betimlemesi, küçük detaylardan hareketle anekdotların içlerinin dolduruluşu Yasujiro Ozu'nun ustalığından sadece küçük yansımalardır filmde. Evlatlarını ziyarete gider anne baba, torunlarını sever, ama hayat öyledir ki herkesin türlü koşuşturması vardır. Evlatları hayatın meşgalesi içinde kendileriyle ilgilenirken anne babadan ilgi alakayı keserler, kendilerine ayırdıkları vakitleri onlara pek ayırmazlar. Bu durum herkesin içine işler. Ozu'nun bu yönü, klasik Japon örgüsü değil, evrensel değerler taşır. Aile kavramı yeryüzünün neresinde olursa olsun, farklılık gösterse de, değişmez, birdir. Çocuklar büyür, evlatlar evlenir, evden ayrılır. Yaşlılar ölür. Yasujiro Ozu ve Kogo Noda, Tokyo monogatari'yi bir hüzün anatomisi değil, vicdan manifestosu yapar.
Bizi en çok Noriko'nun o katlanılmaz yalnızlığı rahatsız eder. Noriko, yaşlı ebeveynlerin savaşta yiten oğullarının eşidir, yalnızdır Noriko. Ama sevgisi bütünseldir. Yaşlı çifte, kendi evlatlarının göstermediği sevgiyi verir, ilgilenir. Noriko'ya üzülüşümüz, kan bağı olanlardan daha fazla. Sıyrılan, kendi içinde yükselen, Tokyo monogatari'nin protagonistidir Noriko. Ozu, kuvvetlerin ayrılığını, insanın ilişkilerini içsel düzlemde verirken güzel olan vurgu yapar. Bunu yaparken şehirlerin o muhteşem hayatına hicivlerini yerleştirir. Taşra, insanın hissiyatını beslerken, metropol insanı hırsla kamçılar, zincirler. Sevginin, acının içinden doğuşu ayrı bir güzellik katar. Noriko bu yüzden evlenmez, reddeder evliliği, bakışları hep öne düşer, kocası savaşta yitse de kalbinde yitmemiştir. Ozu, bu noktada mesafe altyapısı hazırlar. Yaşlı çifte sevgi ve alaka yakından değil, en uzaktan gelir. Benzer bir şekilde Noriko'nun yiten eşi uzakta değil, yakındadır. Hissiyatın yakınlığı ve uzaklığının başlangıç noktasıdır aslolan. Noriko'nun kalbi gibi olan kaç tane körleşmemiş kalp var? İnsan, hayalin kırıklığını yaşadığı an gözünden bir yaş gelir, anne baba evlatlarının ardından hep düşünür, bir saat kalır belki geriye onlardan, baktıkça o canlanır. Yaşam ve ölüm. İkisi de birbiriyle savaşıyor. Yer ve zaman tanımıyor. Tokyo, Noriko'yu çoktan sindirmiş durumda.
Ozu'nun insana bakış açısında sadeliğin en temel unsur olduğu söylenebilir. Filmde karmaşık bir düzen yoktur. Nizama uyan bir diziliş vardır. Kalbe doğru yaklaşımlar, naifliğin çekiciliğidir Tokyo monogatari'yi anekdotların içinde büyüten. Evlatlar bize hayatın o çirkin yönünü gösterse de Noriko diğer yönünü, güçlü olanı gösterir. Zaferi iyiyle verir Ozu. Dünyayı iyinin ve eksik olanın zaferiyle tamamlar. Vicdanın sorgulanması, hayatın getirdikleriyle yaşlılığın gençlerin hissiyatına ne derece etki ettiği aşikardır. Gün gelince herkes veda eder, ayrılır, kimi toprağa karışır, kimi uzak diyarlara göçer. Değişmeyen, bu ayrılığın daimiliği. Sürekli olarak bir ayrılış, bir son ve bir gözyaşı. Ozu, suskun.
Ozu'nun insana bakış açısında sadeliğin en temel unsur olduğu söylenebilir. Filmde karmaşık bir düzen yoktur. Nizama uyan bir diziliş vardır. Kalbe doğru yaklaşımlar, naifliğin çekiciliğidir Tokyo monogatari'yi anekdotların içinde büyüten. Evlatlar bize hayatın o çirkin yönünü gösterse de Noriko diğer yönünü, güçlü olanı gösterir. Zaferi iyiyle verir Ozu. Dünyayı iyinin ve eksik olanın zaferiyle tamamlar. Vicdanın sorgulanması, hayatın getirdikleriyle yaşlılığın gençlerin hissiyatına ne derece etki ettiği aşikardır. Gün gelince herkes veda eder, ayrılır, kimi toprağa karışır, kimi uzak diyarlara göçer. Değişmeyen, bu ayrılığın daimiliği. Sürekli olarak bir ayrılış, bir son ve bir gözyaşı. Ozu, suskun.
Tokyo monogatari'de 1950’lerdeki Japon ataerkil aile yapısına bakış açısıyla iletişim-iletişimsizlik, yabancılaşma, bağların kopukluğu gibi güncel sorunlara ulaşmak mümkündür. Doğu toplumlarındaki ataerkil yapı Ozu'nun gerçekçi manasıyla yoğrulur. Düzen, erkeğe neredeyse bir otokontrol sağlamakta, ev yapısının içinde çalışan ve de dolayısıyla eve para getiren erkeğe bir saygınlık kazandırmaktadır. Bu durum evde yaşayan yaşlı ebeveynler için de geçerlidir. Gelenekçi Japon aile kavramının, salt modernizmin getirdiği parçalanmışlık ile değil, bireyselleşmenin de sancılarıyla giderek kopma izlerini taşıdığını belirtmek gerekir. Bu durum Ozu'nun Japonya'sı için değil, sınırların artık giderek küçüldüğü yeryüzünde de hakimdir. Teknoloji, yenilik, mücadele alanının genişletilmesi, etkileşim ve de mutlak iktidar prestiji toplumu ve onu oluşturan bireyleri etkiler. Japonya’nın özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kendi özünün gücünü gösterdiği, hakikatini sorgulayan bir duruşu olduğu düşünüldüğünde Ozu’nun Tokyo monogatari'si aileye odaklanarak kendi prensiplerini kendi penceresinden uzatır. Geleneği, modern toplumla savaştırır. Yabancılaşmanın hangi boyutta bir kırılganlık ve kopma eşiğine geldiğinin sorularını sormaktan çekinmez. Taşlaması, bir ünlemdir. Noriko'yu daha çok sevmemizi, ona daha çok sahip çıkmamızı, unutmamızı ister. Zira, Noriko Japon kültür tipolojisinin içinde sıkışıp kalmıştır. Toplumun içinde giderek unutulmaya yüz tutulmuştur bu model. Ozu, kendi güzelliklerinin içinde sunuyor Tokyo monogatari'yi, 1953 yılından bize selam gönderiyor, bizi kucaklıyor, yaşanan hayatların küçük anlarını, büyük umutlarını destanlaştırıyor.
Hayat insanı hayal kırıklığına uğratıyor değil mi?
Mart 2012