Rus yönetmen Sokurov'un sanata ve onun tarihin seyrinde izlediği yolu anlatan bir çalışması Francofonia. Louvre Müzesi'ne odaklanan bu yapımda, bizler sadece Avrupa'nın sanat geçmişine değil, aynı zamanda Sokurov'un büyüleyici sorularına ve ufuk açıcı tarihsel perspektiflere de şahitlik ediyoruz.
Francofonia'da çok disiplinli bir tema hakimdir. Louvre Müzesi ve Nazilerin Paris'i işgali sırasında Milli müzelerden sorumlu Jacques Jaujard ve Alman sanat tarihçisi Metternich şemaları okun asıl atıldığı yer değildir Sokurov'da. Esas meseleye, karakterlerin arkasındaki entelektüel haritaya odaklanılmaktadır bu yarı-dokümanter filmde. Sokurov, bu film için vintage sepya görüntüler ile yeni çekimler arasında güzel bir kıvam yakalıyor ve bunları iyice yediriyor temaya. Sanat ve savaş arasındaki ilişki zeminine çarpıcı bir şekilde vurgu yapmaktadır yönetmen. Ulusal koleksiyonların birer savaş ganimeti olduğu fikrini de gözlemleyebiliyoruz böylelikle. Sokurov, Francofonia'yı çerçeve öyküyle oturturken yalap şap bir sanat tarihi belgeselinin içine girmeyiz. Bilakis, sanatın değeri üzerine bir söylemle karşı karşıya kalırız. Sanat, insandan geriye kalan yegane bir mirasdır Sokurov'da.
Avrupamerkezci tasavvur ve tüm bunların ortasında kalan sanat eseri, etkileyici görsellik, tarihsel miras ve müzeciliğin arkeolojisi yönleriyle izlenmeyi hak etmektedir Francofonia.
Eski diyarlardan bir gezgine rastladım.
İki büyük ve çıplak taş bacak dedi,
Çölde dikili duruyor.
Yanında, kumların üzerinde
Yarı gömülü, parçalanmış bir baş duruyor.
Onaylamayan kaşları,
Soğuk ve alaycı gülümsemesi.
Belli ki heykeltıraşı onu çok iyi yakalamış.
Öykünen eli ve besleyen yüreği ile
O cansız şeylere öyle bir damgalamış ki tutkuları,
Bugüne kadar dayanmayı başarmış.
Kaidesinde şu sözler yazıyor:
"Benim adım Ozymandias, kralların kralı.
Eserlerime bak ey güç sahibi, ve kederlen!"
Geriye başka hiçbir şey kalmamış.
O yok olmakta olan devasa harabenin etrafında ise
Sınırsız ve çıplak,
Yalnız ve dümdüz kumlar uzaklara doğru uzanıyor.
Percy Bysshe Shelley