I – Spiritüalizm
Din ve spiritüalizm üzerine yirmiden fazla kitap yazdınız. İlk kitabınız "Dinlerin Aşkın Birliği" [1] (De l'unité transcendante des Religions) adını taşıyor. Bu birlikten ne anlaşılmalı?
Bizim hareket noktamız, birinin diğerlerini kabul etmediği çeşitli dinlerin olduğu gerçeğini kabul etmektir. Bu; tek bir dinin hak (vrai), diğerlerinin bâtıl (faux) olduğu anlamına gelebilir, hatta hepsinin bâtıl olduğu anlamına bile. Dogmatik dışlayıcılıklarında (exclusivisme) değil de saf metafizikle, başka bir ifadeyle sophia perennis (ezelî hikmet) [2] ile örtüşen ortak, derunî manada hepsi haktır aslında.
Bu metafiziksel mananın hakikat olduğu nasıl bilinebilir?
Metafizik düşünce saf aklın rüyeti olması hasebiyle bizzat yapısı gereği sezgi (intuition) üzerine kuruludur. Buna mukabil, dindışı felsefe (philosophie profane); mantığı, mantıksal önerme ve sonuçları ele alır.
Bu durumda dinin dayanak noktası nedir?
İster dogmatik ister ilahî olsun, dinî düşünce vahiy (Révélation) üzerinedir: Sadece eşyanın mahiyetini, evrensel yasaları açıklamayı değil insanı günahtan, haramdan uzak tutmayı, gerçekçi umumî bir mizan kurmayı da amaçlar.
Bizi muhafaza eden dine sahipsek, neden metafiziğe de ihtiyaç duyarız?
Çünkü metafizik, entelektüel manada istidatlı insanların ihtiyaç duyduğu şeyleri karşılar. Metafiziksel Hakikat yalnızca kendi fikriyatımızla ilgili değildir: O bütün varlığımıza da nüfuz eder. Dolayısıyla, felsefenin ötesinde yer alır.
Manevî düzeyde, her insan neye ihtiyaç duyar?
Üç şeye: hakikat, dinî pratik ve ahlâk. Saf ve sarih hakikat metafizikle örtüşür; dinî dogmalar metafizik hakikatin timsalleridir. Dinsel simgeciliği derin kavrayış ezoterizme tekabül eder. Saf metafizik bütün dinlerde gizlidir.
Dinî pratik, peki?
Dinî pratikler özü itibariyle duadır. Üç tür dua vardır: birincisi şer'î dua (prière canonique), mesela "Pederimiz" (Lat. Pater Noster: Hıristiyanlık'ta bir dua); ikincisi münacaat (prière personnelle/kişisel dua); Mezmurlar'da [3] bu görülebilir; üçüncüsüyse kalbin tefekkür duası (prière contemplative du coeur); ki bu, mistik spiritüalizmin bir kademesidir. Kimi mertebelerden geçmek gerekir. Bir Rus Gezgincinin Anıları'ndaki [4] kıssalar bir timsal olabilir; keza japa yoga [5] üzerine Hindu metinleri ve metodik dualar da.
Ahlâk?
Ahlâk; hakikat ve dinî pratikten sonra manevî hayatın üçüncü safhasıdır: Bir taraftan makûl, muhkem ve keremperver bir zarâfet iken diğer taraftan ruhun cemâli (beauté de l'âme), dolayısıyla bâtınî yüceliğidir. Ahlâk olmadan, akaid (doctrine) ve dinî pratik kök salamaz.
Sezgiden bahsettiniz. Her insan bu melekeyi haiz midir?
Hem evet hem de hayır. Temelde, insanın insan olduğunun yalın gerçeği hasebiyle her insan bunu haizdir; ama aslında sezgi –kalp gözü– (l'oeil du coeur), beşeriyetin yozlaşmasından dolayı perdelenmiştir. Öyleyse saf bir sezginin lütûf olduğunu, beşerî bir tarafı bulunmadığını söylememiz gerekir.
Bu yüksek sezgiyi daha da yoğunlaştırmak mümkün mü?
Buna gerek yok. İnsan sadece imanla kurtuluşa erebilir. Ne var ki, dindar ve tefekkür ehli bir insan ehl-i dünya bir insandan (personne mondaine) daha fazla sezgiye sahiptir.
II – Sanat Arketipleri
İnsanın mânevî hayatında sanatın yeri nedir?
Ahlâktan sonra sanatın, kelimenin tam anlamıyla beşerî hâlin doğal ve zorunlu bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Platon: "Güzellik, hakikatin ihtişâmıdır" (La Beauté est la splendeur du Vrai) der. Bundan ötürü sanat –zanaat da dâhil– hakikatin ve güzelliğin idealar dünyasındaki bir yansıması, arketiplerin izdüşümüdür. Temel olarak içselleştirmenin tezahürüdür. Sanat bir dağılma değil, bir yoğunlaşmadır, Tanrı'ya bir dönüştür. Her tradisyonel medeniyet, manevî hayatı kuşatan ekolojik olarak gerekli doğal bir çevre, bir güzellik yapısı oluşturmuştur.
Bir sanat eserinin değerini, ilham boyutunu bilmemizi sağlayan ölçütler nelerdir?
Kutsal sanatın arketipleri semavî ilhamlardır. Diğer bütün sanat eserleri sanatçının mânevî şahsiyetinden ilham alırlar. Bir sanat eserinin değerini bilmenin ölçütleri: muhtevası, ifade biçimi, tekniği ve tarzıdır.
Bu ölçütler resim, heykel, dans, müzik, şiir, mimarî gibi sanatlar için farklı mı?
Hayır, ölçütler farklı sanatlar için de aynıdır.
Güzellikle alâkalı; Tanrı'yı zikre (ressouvenir) ya da nefsin dünyevî gururuna mucip olduğundan dolayı belirsiz bir unsur var: Müzik, şiir, dans gibi belirli sanatlardaki söylenenden daha fazla olan bu muğlak unsur nedir?
Resim ve heykel; bir bakıma ruhsal ve öznel olan müzik, şiir, danstan -kimi zaviyelerden- daha ussal ve nesneldir.
Hindu kavramı darsan'ın [6] sanat eserlerinde ve güzellikte yer aldığı söylenebilir mi?
Elbette, darsan bütün estetik ve sanat eserlerinde yer alır; lâkin bu durumda zihinsel ve işitsel algılardan yararlanır, salt bir rüyetten değil.
Güzellik ile ezoterizm arasında tabiî bir bağ var mı?
Evet, çünkü "Güzellik, hakikatin ihtişamıdır". Tradisyonel/geleneksel sanat ezoteriktir (bâtınî), egzoterik (zâhirî) değil. Egzoterizm güzellikle değil, ahlâkla ilgilenir. Hatta ahlâkî bir hükümden dolayı güzelliğe karşı çıkabilir.
Egzoterizmin sınırlarından ve yasaklarından aşkın (transandantal) sanat ve güzellik ile mukayese edildiğinde ezoterizmin kimi doğrulara sahip olduğunu söylemek yerinde olur mu?
Temelde, ezoterizmin egzoterizmin yasaklarını aşan kimi doğruları vardır, halbuki ezoterizm bunları nadiren kullanır. Örneğin, dervişlerin semâ hâllerinde ya da müstehcen Tibet resimlerinde bu görülebilir.
Güzel sanatların dışında; mesela Japonya'da ikebana, çay seremonisi, hatta savaş sanatları gibi mâneviyatın tezâhürü olarak kabul görülen sanatlar da var. Çay demlemek gibi gündelik bir iş, inayete nasıl vesile olabilir?
Çay seremonisi gibi Zen sanatları Buda'nın ya da başka bir deyişle Müteâl İnsanın (Homme Primordial/Adam Kadmon) kimi davranış biçimlerini aydınlatmaya çalışır. Buda asla kılıç kullanmadı; kullansaydı, tıpkı bir Zen ustası gibi kullanırdı. Buda'vâri bir deneyim –tıpkı çay seremonisine hazırlanmak gibi– Buda Doğası'ndan [7] kimi hususları idrak etmek demektir, bu aydınlanmaya açık bir kapıdır.
Modern sanat tradisyonel değil. Bu, bütün modern sanat eserlerinin ister istemez kötü olduğu anlamına mı gelir?
Hayır, zira modern bir sanat eseri muhtevası olduğu kadar sanatçının kendisiyle de ilgili farklı özellikleri gösterebilir. Mesela bazı tradisyonel eserler kötüdür, bazı tradisyonel olmayan eserler de iyidir.
Sanatçının kendisi için sanat ne ifade eder?
Sanatçı ihtişamlı bir sanat eserini ortaya koyarken ruhu üzerinde çalışır: Bir bakıma kendi arketiplerini oluşturur. Bundan dolayı, bütün sanat eserleri ilkesel olarak ya da bilfiil kendini gerçekleştirmenin bir yoludur. Bir sanatçı önemsiz hatta olumsuz konulardan etkilenmediği gibi derin ve yoğun konuları da bütün kalbiyle işleyebilir.
III – Tarihin İzlediği Seyir
Kızılderililerin Sanat ve Felsefesi [8] kitabınız Amerika yerlilerine olan ilginizi gösteriyor. Böyle bir ilgi ve yakınlık kurmanızdaki amaç neydi?
Kızılderililerin, Zen öğretilerini uygulayan Japon Samurayları ile birçok ortak noktası vardır; ahlâken ve estetik olarak konuşmak gerekirse, Kızılderililer yeryüzündeki en büyüleyici halklardan birisiydi. XIX. yüzyılın en büyük sorunu insanları medenî ve yabanî diye ayırmaktı; bundan daha gerçekçi ve önemli ayrımlar vardır: Uygarlaşma (civilisation) insanlığın en yüksek değeri değildir; dolayısıyla yerliler için yabanî ifadesi uygun değildir. İnsanı değerli kılan ne dünyevî kültürü ne de pratik, dâhiyane zekâsıdır, yalnızca Mutlak olana tutumudur; mutlakın ehemmiyetine varan bir insan tabiat ile insan arasındaki bağı yitirmez; çünkü tabiat bizim aslımız, doğal yurdumuz ve Tanrı'nın en açık bildirisidir. İbn Haldûn'a göre, gerçekçi bir umran olmanın tek şartı Bedevîler ile Hadarîler (kentliler) yani göçebeler ve yerleşikler –tabiat toplumları ile seçkin kültürel değerlerin mümessilleri– arasındaki dengedir.
"Kızılderililerin Sanat ve Felsefesi" ve özellikle "Kadim/İlkel ve Mistik Güzellik Simgeleri" [9] kitaplarınız "kutsal çıplaklık" üzerine eğiliyor. Bunu biraz açıklayabilir misiniz?
Hindularda ve Kızılderililerde önemli bir yere sahip olan kutsal çıplaklık, zâhir ile bâtın arasında benzer bir dengeye dayalıdır: Beden zâhirî bir kalp gibi görülür ve kalp de bedenî bir izdüşüm olduğu için (her şeyi) kendine katar, "uçlar birleşir". Hindistan’da çıplaklığın manevî tesirleri yaydığı söylenir. Mesela Lakşmi'nin [10] kadınsı çıplaklığı, çevresinde müspet bir etki bırakmıştır. Genel bir mânâda, çıplaklık görsel olarak bir öze, kaynağa, arketipe dönüşü temsil eder: Semavî bir Oluş'a. Keşmirli Azize Lalleshwari [11] kalbinde aşkın benliği bulduktan sonra "Bundan dolayı çıplak dans ederim" der mesela. Şüphesiz, çıplaklıkta insanın şehvanî yönü olduğundan belirsizlik de söz konusudur; ama insanın sadece şehveti yoktur, teskin etmesi için tefekkür melekesi de vardır; benzer şekilde, dış görünüşün sadece cazibesi yoktur, aynı zamanda duyumsal tecrübeyle arketipsel özünü kavramasını sağlayan fenomenlerin metafizik şeffaflığı da vardır. St. Nonnus [12], St. Pelagius'u [13] vaftiz havuzuna çıplak olarak girdiğini gördüğünde, beşerî güzelliğe sadece bir düşüşü değil, yükselişi de bahşettiği için Tanrı'ya senâda bulunmuştur.
IV – Çağrı
Günümüz insanına çağrınız nedir?
Ubûdiyet. İnsan olmak, Tanrı'yla yakîn olmak demektir. Bu olmadan hayatın bir anlamı yoktur. İbadet ve güzellik, elbette: Biz, suretler arasında yaşıyoruz, bulutlarda değil. İlk olarak ruhun güzelliği, sonraysa etrafımızdaki remizlerin.
Metafizikten bahsettiniz. Ezelî Hikmet'in (sophia perennis) içeriğinin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
Metafizik özü itibariyle, sûret ile zevahir ya da heyûlâ arasında bağa vakıf olmak demektir. Vedantik ifadeyle, atman ile maya, mutlak ile kozmos arasında. Metafizik, Atman'da [14] Maya'nın [15] (Vahyeden ve Yaratıcı Tanrı'nın kişileştirilmesi), kökleriyle de ilgilidir. Metafizik bilgi irfanî, ruhî ve ahlâkî bir temessülü; sezgiyse: tefekkürü, müşâhedeyi ve vahdeti gerektirir. Dolayısıyla metafizik kuramı bilinen anlamıyla bir felsefe değildir, o kutsaldır. Kutsalın anlamı her manevî yolda olduğu gibi metafiziksel tasavvur için de zaruri bir vasıftır. Kızılderililer, Hintliler için tabiattaki her şey kutsaldır: Bu çağın insanı bunu öğrenmelidir, çünkü bu, topluluk ekolojisinin bir sorunudur. İlk gereken şey ubûdiyet, sonraysa tabiata bir dönüş. Çok geç olduğu ileri sürülebilir. Herkes kendi yaptığından mesuldür, başkalarınkinden değil; çünkü herkes Tanrı'nın huzurunda kıyama duracak ve hesaba çekilecektir. Tabiata ilk dönüş izzettir; tavır ve davranışın izzetidir; bu da, dua edenlerin kendi evinde hissettiği bir iklim oluşturur ; çünkü izzet mutlak hakikatindir.
Fransızcadan çeviren: Ali Hasar
Bu röportaj 1995 yılında (Worldwisdom) gerçekleştirilmiştir.
_____________________________
[1] Ç.N.: Schuon, Frithjof. Fr. De l'unité transcendante des Religions – Dinlerin Aşkın Birliği, 1992. Çev. Yavuz Keskin, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul. Bkz: Vahdet-i Edyân, İbn Arabî
[2] Ç.N.: Ezelî Hikmet: Latince, Sophia Perennis. Kadim Felsefe, Kadim Hikmet, Ezelî Felsefe gibi kullanımları da mevcuttur. Yeryüzündeki sair toplumların din ve kadim gelenek anlatılarında metafizik ilkeleri kapsayan, kaynağı ilahî olan ebedî, evrensel bilgi, disiplin. Bkz: İbn Miskeveyh
[3] Ç.N.: Mezmurlar: Yunanca, psalmoi; İbranice, mizmor. Zebur. Eski Ahit'in daha çok ilahî şeklinde söylenen kısmı, dua kitabı, münacaat. Davut'un Mezmurları olarak da bilinir.
[4] Ç.N.: Anonim. Fr. Récits d'un pèlerin russe, İng. The Way of a Pilgrim. – Bir Rus Gezgincinin Anıları, 1990. Çev. Dominik Pamir, Ohan Basımevi, İstanbul
[5] Ç.N: Japa Yoga: Uzakdoğu meditasyon disiplini ve bu dillerde yapılan dua, dilek.
[6] Ç.N: Darsan, Darsana veya Darshan: Hint kültür yaşantısında ve dinî geleneğinde yüksek bilgi, müşahede, felsefî nazar. Bkz: Mata Amritanandamayi
[7] Ç.N.: Buda Doğası: Duyusal varlıkların özünde bulunduğu kabul edilen, Budizm kolu olan Mahayana kavramı.
[8] Ç.N.: Schuon, Frithjof. The Feathered Sun: Plains Indians in Art and Philosophy, 1990. World Wisdom Books, Bloomington – Indiana.
[9] Ç.N.: Schuon, Frithjof. Images of Primordial and Mystic Beauty, 1992. Abodes. Bkz: İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, Vefeyât: Frithjof Schuon, 1907-1998 / İsa Nureddin El Alevi. Adnan Aslan. (1998) Sayfa: 289-293
[10] Ç.N.: Lakşmi: Hinduizm'de güzellik, zenginlik tanrıçası.
[11] Ç.N.: Lalleshwari: (1320-1392) Keşmir Şivaizmi bilgesi, azizesi. Gazele benzeyen Vatsun divanının kurucusudur.
[12] Ç.N.: St. Nonnus veya Panopolisli Nonnos: Mısır, Ahmim doğumlu, M.S. IV. yüzyıl sonu, V. yüzyıl başı yaşamış Grek şair. En ünlü eseri Dionysos'u anlattığı epik şiir külliyatıdır.
[13] Ç.N.: St. Pelagius: (354-420/440) Britanyalı keşiş. Roma'da ilahiyat öğretilerinde bulunmuştur. Savaşlardan dolayı Kuzey Afrika'ya oradan da Filistin'e geçtiği bilinmektedir. Pelagius bedenin kirlenmesiyle günaha sürüklenme görüşünü reddeder, Pelagius'a göre insan özgür iradeyi haizdir. Bkz: Pelagiusçuluk.
[14] Ç.N.:Atman: Hinduizm ve Hint Felsefesi'nde ruh, ben.
[15] Ç.N.: Maya: Sanskrit, sanrı. Hint inanış kültüründe tezahür eden âlem, yanılsama.