Ferîdüddîn Attâr'ın Mantıku't-Tayr'ına işaret eden bir minyatür, Batı İran. ― Musée du Louvre. |
"Ey baştan ayağa vefâsız adam!
Ne kadar da vefâkârsın, sözünde duruyorsun!
Önce o sana mühlet verdi, ama kılıç vurmadı.
Sen eğer ona kılıç vuracak olursan, bu cehâletin ta kendisi olur.
Ey "ahde vefâ gösteriniz" âyetini okumayan, yoldan çıkmış, ahdine vefâ göstermemiş adam!
Önce kâfir sana bir iyilik etti, sen de ileri gidip nâmertlik yapma!
O iyilik yaptı, sense kötülük yapıyorsun.
Kendin için ne istiyorsan, başkaları için de onu iste, o şekilde davran!
Kâfir sana vefâ göstermiş, emniyet sağlamış.
Mü'min isen eğer, nerede senin vefâ ve mürüvvetin?!
Ey müslümanlığı tam olmayan adam, îmânında şüphe bulunan kimse!
Vefâda kâfirden de aşağıdasın!"
Bu sözü işiten gazi, sarsıldı, tepeden tırnağa terlere gark oldu.
Kâfir, onu ağlamakta, elinde kılıç şaşkın bir hâlde görünce;
"Ağlamanın sebebi nedir?" dedi. gazi doğrusunu söyledi;
"Şimdi beni azarladılar. senin yüzünden bana vefâsız dediler.
Benim böyle ağlamam, senin kahrın yüzünden."
Kâfir bu olayı âşikâr olarak duyunca, bir nara attı.
Sonra da ağlamaya başladı… dedi ki:
"Öyle bir Allah ki, ayıplı, kusurlu düşmanı yüzünden kendi mahbubunu, îmân ederek vefâ gösteren mü'min kulunu böyle azarlarsa, sayısız vefâsızlık yapan ben ne yapayım?! Bana İslâm’ı anlat! Anlat da müslüman olayım! Şirki yakayım, şeriat hükümlerine uyayım! Yazıklar olsun, gönlümde bu kadar bağlar varmış, böyle bir Allah'tan habersiz kalmışım!"
Ey hakîkati aramaktan uzak olan!
Sen, yaradan’a karşı edebsizlik edip vefâsızlık göstermişsin.
Fakat sabrediyorum; zaman gelecek felek bütün yaptıklarını bir bir yüzüne vuracak.
***
Sultan Mesud bir gün nasıl olduysa ordusundan ayrı düşmüştü. Yalnız başına, rüzgâr gibi giden atını koşturuyordu. Deniz kıyısında oturmuş bir çocuk gördü. Denize bir ağ atmıştı. Sultan ona selâm verdi ve yanına oturdu. Çocuk üzüntülü idi, hem gönlü kederli, hem canı bezgindi.
Sultan, "Çocuğum, neden böyle üzüntülüsün? Ben sen gibi kederli ve dertli birini görmedim." dedi. Çocuk, "Ey hüner sahibi emir! Biz babasız kalmış yedi çocuğuz. Bir annemiz var, o da kötürüm. Pek yoksul olduğumuz gibi, kimsemiz de yok. Bir balık tutmak için her gün ağ atar, akşama dek beklerim. Bin bir güçlükle bir balık tutunca, akşam yiyeceğimiz o olur ey emir!"
Sultan dedi ki: "Ey dertli yavrum, seninle ortak olmamı ister misin?"
Çocuk razı oldu, ortak oldular. Sultan denize bir ağ attı.
Çocuğun ağı padişahlık hazinesini yakaladı. Şüphesiz o gün, yüzlerce balık tuttu.
Çocuk bu kadar balığı görünce, "Şaşırdım, bu devlet, bu saâdet benim mi?"
Ey köle, talihin pek açık, bütün bu balıklar bu yüzden ağına düştü.
Sultan dedi ki: "Ey oğul! Eğer sen balık tutanın kim olduğunu bir bilsen, kendini kaybeder, yok olurdun.
Şimdi benden daha mutlusun, yüce devlete erdin. Çünkü sana balık tutan padişahtır."
Bunu dedi ve atına bindi. Çocuk ona, "Kendi payını ayır." diye seslendi.
Sultan, "Bugün payımı almayacağım, yarına ağına ne gelirse benim olsun."
Yarın benim avım sen olacaksın. Şüphesiz ben avımı kimseye vermem." dedi.
Ertesi gün sultan saraya varınca, ortağını hatırladı.
Bir çavuşu gönderip çocuğu çağırttı. Ortağını tuttu, tahta oturttu.
Herkes, "Ey sultanım, bu yoksuldur." dediler. Sultan, "Ne olursa olsun, benim ortağımdır. Madem ki kabul ettik, bundan vazgeçmek mümkün değildir." dedi. Bunu söyledi, çocuğu da kendisi gibi sultan eyledi.
Birisi çocuğa, "Bu yüceliğe nasıl eriştin?" diye sordu.
Çocuk dedi ki: "Neşe geldi, yas çekip gitti. Çünkü devlet sahibi hükümdar bir gün bana uğradı."
***
Ne güzel dost ve arkadaşsın ey kumru! Neşen gitmiş, kederlenmişsin.
Kanlara bulandığın için gönlün daralmış,
Yunus gibi timsahın ağzına girmiş, balığın karnında kalmışsın.
Ey balığa benzeyen nefis yüzünden şaşırıp kalmış! Daha ne zamana dek nefsin kötülüğünü görüp duracaksın?
Bu kötülük dileyen balığın başını kes de başını aya kadar yücelsin.
Nefsin balığından kurtulabilirsen, baş köşede Yunus'a dost, arkadaş olursun.
***
"Ey üstad! Seni yıkayıp kefenledikten sonra nereye defnedelim?"
Sokrat şöyle dedi: "Ey oğul! Eğer sen beni bulabilirsen, nereye istersen oraya defnet, vesselâm!"
Bu uzun ömrümde ben kendimi bulamadım ki, öldükten sonra sen nasıl bulacaksın?
Ben öyle bir gidiyorum ki, bu gidiş esnasında zerre kadar kendimden haberim yok.
῀῀῀
Bir diğer kuş Hüdhüd'e şöyle dedi: "Ey inanışı güzel Hüdhüd! Bir an bile isteğime, arzuma ermedim. Bütün ömrümce dert içindeyim. Kanlara bulanmış yüreğimde o derece dert var ki, bu dert yüzünden her zerrem mateme bürünmüş.
Daima şaşkın ve aciz bir hâldeyim. Bir an bile mutlu olmuşsam, kâfir olayım.
Bütün bu dertler yüzünden serseriye döndüm. Böyle nasıl yol gidebilirim?
Bu kadar derdim, elemim olmasaydı, bu yolculuktan çok mutlu olurdum.
Ancak yüreğim kan içinde, ne yapayım? İşte bütün hâlimi sana söyledim, ne edeyim?"
Hüdhüd dedi ki: "Ey aldanmış, deli divane olmuş kuş! Baştan ayağa sevdalara gark olmuşsun.
Bu dünyada murada ermek de, erememek de bir anda gelip geçer.
Ne var ne yoksa bir solukta geçer. Ömür de o bir soluğu bile almamış gibi sona erer.
Madem ki dünya durmuyor, geçip gidiyor, sen de geç. Onu bırak, sen de ona bakma.
Çünkü bakî olmayan şeye gönül verenin gönlü diri değildir."
***
Pir-i Türkistan [Ahmed Yesevî], kendi hâlinden haber verdi ve dedi ki:
"Ben iki şeyi çok severim. Birisi yürük atım, diğeri ise oğlum.
Bu çocuğumun ölümünü haber alırsam, bu haberin müjdesi olarak atı bağışlayacağım. Çünkü görüyorum ki bu iki şey, değerli can gözünde iki put gibidir."
῀῀῀
Mum gibi yanıp yakılmadıkça, herkesin önünde âşıklıktan söz açma.
Âşıklıktan dem vuran kendi hâlini görecek olsa perişan olur.
Âşık olup her şeyini kaybeden kişi,
iştahla yemek yiyecek olsa, o an yaptığının cezasını görür."
***
Bir anne, kızının kabrinin üzerine yıkılmış, ağlayıp duruyordu. Bir Hak eri o kadına bakıp,
Dedi ki: "Bu kadın erkeklerin önüne geçti. Çünkü o bizim gibi değil.
Kim gitti, kimden ayrıldı, kim kimden uzak düştü, kimin yüzünden böyle kararsız bir hâle düştü, biliyor. Ne mutlu biri, gerçeğin ne olduğunu, kimin için ağlaması gerektiğini biliyor.
Asıl benim işim zor, çünkü gece gündüz yas içinde oturmuşum, ama
Bu âlemde yağmur gibi gözyaşlarımı zari zari, inleye inleye kimin için döktüğümü bilemiyorum!
Niçin ağladığımdan haberdar değilim, kimden uzak düşüp böyle şaşkına dönmüşüm, bilmiyorum!
Bu kadın benim gibi binlercesinden daha önde, çünkü kaybettiği şeyden haberdar.
Ben ise bilmiyorum, bu üzüntü gönlümü kana boğdu; beni şaşkınlıktan öldürdü."
῀῀῀
Gönlün bile ortadan kaybolduğu böyle bir makamda [hayret], makam bile yok olur.
Akıl ipinin ucu kaçar, zan evinin kapısı yok olur.
Kim bu makama ulaşırsa, kendini ve yön mefhumunu kaybeder, avâre olur.
Bir kimse bu makama açılan kapıyı bulursa, küll sırrını bir anda kavrayıverir.
***
Bir derviş, meczubun birine, "Âlem nedir? Bütün bu eşyanın sırrını açıkla." dedi.
Meczup şöyle cevap verdi:
"Bu âlem, nam ve şöhretten ibarettir. Yüz çeşit rengârenk mumdan yapılmış bir ağaç gibidir.
Biri bu ağaca elini sürdü mü, şüphesiz hepsi bir muma dönüşür.
Madem ki her şey mumdan ibarettir, başka bir şey değildir,
o hâlde bu kadar renk tek bir şeyden ibarettir.
Her şey bir oldu mu, ortada ikilik kalmaz; ne benlik kalır ne de senlik."
***
Fasık bir adam günahkâr olarak öldü. Tabutunu götürüyorlardı.
Bir zahit onu görünce, fasığın cenaze namazını kılmamak için oradan uzaklaştı.
Zahit gece rüyasında onu gördü. Cennette idi ve yüzü güneş gibi parlıyordu.
Zahit ona sordu: "Behey adam, bu yüce makamı nasıl elde ettin?
Dünyada yaşadığın sürece günahkâr idin, tepeden tırnağa kötülüklere bulanmıştın"
Adam cevap verdi: "Senin acımasızlığına karşı, Yüce Allah ben zavallıya merhamet etti."
Şu aşk oyununa bak, ne hikmetler işliyor; birisi inkâr ediyor, Allah ona merhamet ediyor.
Onun hikmeti; kuzgun kanadı gibi kapkaranlık bir gecede, bir çocuğun elinde çerağla gönderir.
Ardından da o çerağı söndürmesi için hemen bir yel gönderir.
Sonra da çocuğu yolda yakalayıp , "A bîhaber! O çerağı niçin söndürdün?" der.
Kıyamet günü de çocuğa yüzlerce lütufta bulunur.
῀῀῀
Eğer herkes günahtan arınmış olsaydı, aşk oyununun bir hikmeti kalmazdı.
Bu durumda hikmet tamamlanmaz, noksan kalırdı.
Hasılı bu iş hep böyle oldu.
Onun yolunda binlerce hikmet var. Bir katrenin bile rahmet denizinden payı var.
***
Merhaba ey üveyik kuşu! Ötmeye başla da yedi kat gök sana inciler saçsın.
Vefa gerdanlığı boynunda varken, vefasızlık etmen çok çirkin olur.
Varlığından bir kıl kadar varlık kalsa, tepeden tırnağa vefasız derim ben sana.
Eğer kendinden geçer varlığından çıkarsan, akılla manâ yolunu bulursun.
Akıl seni manâlar âlemine götürdü mü, Hızır sana âbıhayâtı getirir.
Ferîdüddîn Attâr ― Mantıku't-Tayr
Çeviri: Mustafa Çiçekler
Kaknüs, 2006.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder