Gerçekten de her yer tımarhane.
Delilik bir şeylere sıkı sıkıya bağlanmak anlamına gelebilir. İnsan tabiatta bulduğu olguların gerçekliğini isterken yalnızlığa sürüklenebilir ve dolayısıyla bir süre sonra zihnindeki olgunun geri dönülmez kuvveti karşısında dibe vuruş gerçekleştirebilir. Duygular nöronlarını etkileyip kalp hayatın anlamlandırılmasında bir başlangıç oluyorken insan bir iledir. Konumlandırdığı nesne beraberinde bir felaketi doğuruyorsa bitmeyen bir acı omuzlara biner ve hassas insan bu duvarın altında ezilir. İnsanın terör yanı hiç umulmayacak derecede kusursuz yaratılmıştır ama bu bastırılmıştır.
İzlandalı yönetmen Fridrik Thor Fridriksson'un Englar Alheimsins (Evrenin Melekleri) filminde sadece olgunluk dönemiyle başlayan insanın delilik ve çıldırış süreci değil, insanın evrendeki ve toplumdaki baskın rolü de anlatılmaktadır. Genç Paul'ün Dagny'e duyduğu aşk etrafında şekillenen ve gittikçe kötümserleşen, umutsuzlaştırılmış nesil anlatısı olan Englar Alheimsins, küçük ada ülkesi İzlanda'nın 2000 kuşağına gelindiğinde en önemli yapımlarından birisidir. Aşk ile başlayan film, gittikçe toplumsal iktidarsızlık ve prestijsizliğe sürüklenen İzlanda'nın tarihi ve güncel atıflarını da içinde barındırır. İzlanda, herkesin hayalindeki gibi uçsuz bucaksız, uzaklardadır. Ama ülkedeki pasifleştirilmiş iç karışıklığın sesi pek duyulmamaktadır. Oradaki sıkıştırılmış hayatlar ülkenin aktif yanardağları gibidir. Sıradan bir yaşam içinde sıradan bir figürle başlayan film, sevgi temeliyle harmanlanır. Paul, Dagny'e duyduğu sevgide karşılıksızdır. Dagny, Paul’e nazaran gözü daha yukarılarda olan yaşamsal olarak daha refahı isteyen bir modeldir. Paul'ünse gerek kendi gerekse ailesi orta tabakadır. Dagny, bu duruşuyla insanda bitmek tükenmek bilmeyen minimum sekülarizmin bir göstergesidir. Paul, manevi olarak Dagny'den daha üstün, samimi, tabandan gelen ve çıldırmak denilen şeyle arasında bir ince çizgi bulunan bir karakter izdüşümüdür.
-Bizler lanet insanlar değiliz!
-Neyiz peki?
-Yürüyen gölgeler.
Dagny'nin Paul'ü bir köşeye fırlatışı sancılı bir sürece gebedir. Paul, toplumda artık iyice yalnızlaşmıştır. Paul, Fridriksson'un gözünde bir avdır. Zayıf düşenler, kuvvetsizleştirilmiş olanlar yıkılır. Toplum, bireysel isteklerin gittikçe arttığı dönemde hissiyat varlığını unutmuş, kitlelerin özü çürümüştür artık. Yönetmen Fridriksson, Englar Alheimsins'de Paul'ü deliliğe iterken toplumun usluluğunu inşa etmez. Toplum raydan çıkmıştır. Akıl hastaneleri ve toplum arasında aslında bir fark yoktur. Deliler, -sözde- uygar medeniyetin kendisine tehdit olarak gördüğü potansiyel bir tehlikedir. Hapsedilmeleri ve ketumlaştırılacak derecede iğne vurulmaları bundan. Pasifleştirme ve etkisizleştirmedir tüm bu olanlar. Kontrol edilebilmelerinde bu yöntem mevcutken, toplum da kendisine karşı potansiyel güç ve tehdit unsurlarını silah ile engellemektedir. Bu noktada toplumun gerçekten de çivisi çıkmış olabilir ve deliler Yaradan önünde eşittir, melektir, Evrenin melekleri. Filmdeki maneviyat şekillenmesi iki yönlü zıt bir şekilde olurken gökyüzünde kesişmesi son derece ürkütücü ve şaşırtıcı duran bir buzdağını gün yüzüne çıkarır. Algısal şok, uzun plan, farkındalık, kültür tabanlı Englar Alheimsins'in yelpazesi böylelikle ikinci bir düşünce parantezi açtırır.
Fridriksson'un kamera açılarıyla hain görsel şaşırtmaları oldukça harikuladedir. Akıl burada anlık bir parçalanma gerçekleştirir. Akıl parçalanması İzlanda'nın ayrılmaz bir parçasıdır. Paul'deki şizofreniye yapılan bu teknik atıflar, Englar Alheimsins'in İzlanda çağdaş halkının içindeki hâlidir bir nebze. Çünkü O'nun da çıldırışa giden alt ve bölünmüş karakterleri vardır. İnsanlar giderek yalnızlaşır, odalara hapsolur, hatıralara gömülür, başka dünyalara ve gerçekliğin şeffaflığını ilahlaştırarak yolunu seçer. My way şarkısı bu bağlamla pekâlâ ilişkilendirilebilir.
Her birimiz büyük bir cenazenin ortasında yaşıyoruz.
Tipik İzlanda ve diğer İskandinav filmlerinde müziklerin derinliğe artı bir etkileyicilik kattığı nettir. Englar Alheimsins'in İzlandalı ünlü besteci, birçok filmin müziğini bestelemiş Hilmar Örn Hilmarsson ve Sigur Ros'un ciğerlere işleyen besteleriyle iç kırılmalarını tırmandırdığı görülebilir: Bium Bium Bambalo, Cold Fever, Danarfregnir og jardarfarir. İsveç, Finlandiya, Danimarka filmlerinde düşük dekor müzikleri etkin bir rol oynarken, İzlanda'nın sessiz ama insanı sarsabilme potansiyeli yüksek müziklerin Fridriksson'un bu filminde gayet başarılı serpiştirildiğinin altını çizmek gerekir. İzlanda, Sagalarıyla biliniyor olsa da müzik ve sinema kültürü gelişmiş, oldukça yoğun bir ülkedir. Kuzey hüznü ve şartlandırılmış kötümserliği filmde aktif bir yönlendirmedeyken genelde bir cenaze merasimi havası vardır. Englar Alheimsins'in toprakları bir cenazedir, delileriyse yaşayan birer ölüdür. Ölüm hakikatini bilerek yaşayarak ölürler. Onlar ölmeden –bilerek– öldürülmüşlerdir. Tımarhaneler, polit bürolar, üniversiteler, kütüphaneler bu yüzden soğuktur.
Hitlerci politik ince alegorinin bir deliyle karakter kimliği bulması Fridriksson'un İzlanda'nın içindeki buhranı dışa vurmasıdır. Siyanürleri, damarlarına hiç durmadan zerklenen Lsd iğneleri olmuştur artık. NATO, SS gönderimleri bir karmaşanın miladıdır. Onlar eylemsizleştirmenin, baskının ve yoksunluğun olduğu yerdedir. Pencereden atlayıp uçabiliyorlar. Uçuyorlar ama hâlâ düşüyorlar. Paul ve tımarhanedeki diğer deliler hakikatte uyuşturulmuş sivilizasyon örneğidir. Sığınacak bir mağaraları evvelden yok edilmiştir.
Englar Alheimsins, insanın yabanıllığını ve depremlerini resmederken sinema diliyle imajinatif revizyonist yaklaşımı kusursuzcadır. Onda keşfedilmemiş bir vadi vardır. Bu vadiye kargalar küstahça saldırır. Onların zaman, onların tabiat, her şey onların. Bize ait olduğunu sandıklarımız bile. Geliyorlar, gölgeleri yürüyor ve sonsuza dek büyüyor. Asla bitmiyor. Gökyüzünde şimdiden uçuyorlar, acı veriyorlar. Herkes uçan kuştaki güzelliği kaybetmiştir o an. Hayalde dört at vardır Kuzey Kutup Dairesi'nden gelen. Renkli mimarlar artık yoktur. Düşüşleri ufuk çizgisinde birleşiyor. Kavim kavim, akın akın savruluyorlar, acımasızca oluyor her şey. Onlar siyaha çaldıkça karanlık daha da ürkütüyor. Böylesine bir çöküşün başlangıcı yineleniyor. O an toprağın tam ortasında bir kalabalık vardır. Konuşansa bir delidir.
Dibe batınca, gerçekliğin acımasız şiddetiyle yüz yüze kalırız.
Aralık 2012
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder