Andrew Wyeth, The Kuerners, 1971. |
Güç ve Hayatta Kalmak
Bir insanın bir ölüyle karşılaşması, kendi ölümüyle karşılaşması anlamına gelir; gerçekten ölmediği için, ne de olsa kendi ölümü gibi değildir bu karşılaşma; ama öte yandan her zaman bir başkasının ölümü söz konusu olduğundan, kendi ölümünü aşan bir şeydir. Duyarsızlığını yüreklilik ve erkeklikle karıştıran profesyonel katil bile bu hesaplaşmadan kaçamaz; benliğinin çok iyi gizlenmiş bir köşesinde, aynı dehşeti o da yaşar.
Uzanmış yatan bir ölüyle karşılaşanın duyduğu dehşetin yerini, rahatlama duygusu alır: Ölen, ölüyle karşılaşan kişi değildir. Olabilirdi. Ama ölmüş olan, ötekidir, bir başkasıdır. Ölüyle karşılaşan ise dimdik ayaktadır, ne yaralanmıştır, ne de kılına dokunulmuştur. Ölen, ister onunla karşılaşanın eliyle yaşamı son bulmuş bir düşman, ister yitirilmiş bir dost olsun, her şey sanki hayatta kalanın karşısına çıkan ölümü bir başkası kendi üstüne çekmiş gibi bir görünüm oluşturmaktadır. Hızla egemen olan duygu, bu duygudur. Başlangıçtaki dehşet, bir doyuma ulaşma duygusuyla karışır. Henüz her şeyi yapabilecek olan, ayakta duran insan, dimdik ayakta oluşunun bilincine hiçbir zaman bu denli varmamıştır. Başını bu denli dik tutabildiğini hiç algılamamıştır. Kendini tümüyle o anı yaşamaya vermiştir ve ölüye üstün olma duygusu, onu ölüye bağlamaktadır.
İnsan, kendi yaşamadığı sürece ölüme hiçbir zaman tam olarak inanmaz. Ama ölümü başkalarında yaşar. Başkaları tek tek gözünün önünde ölürler ve ölen her birey, ölüme tanık olanı ölüme inandırır. Ölen, ölüm karşısında duyulan korkuyu besler; o, hayatta kalanın yerine ölmüştür. Yaşayan, öleni kendi yerine öne çıkarmıştır. Yaşayan, kendini hiçbir zaman ölenle, artık asla kalkamayacak olanla karşılaştığı zamanki kadar büyük hissetmez: O anda artık öleni aşmış gibidir.
Karl Kraus ya da Direnişin Okulu
İnsan konuşur, ama karşısındaki onu anlamaz. İnsan konuşmasını sürdürür, bu kez karşısındaki tarafından daha da az anlaşılır. Bağırdığımızda, karşımızdaki de bizi bağırmayla yanıtlar; dilbilgisinin alanı içerisinde zavallı bir yaşam sürdüren boşalma, dile zorla egemen olur. Seslenişler, taraflar arasında top gibi gidip gelir, çarpar ve yere düşer. Karşımızdakine bir şeyler iletebildiğimiz enderdir; iletebilenler de ters anlaşılır.
Henüz yola çıkan hiç kimse, kendi iç dünyasında ne bulacağını bilemez. Henüz bir şey bulunmadığı için, bulacağının ne olduğunu sezmesi de olanaksızdır. Bu insan, ödünç aldığı araçlarla yine ödünç ve yabancı olan, yani başkalarına ait toprağı kazmaya başlar. Sonra ansızın kendini tanımadığı, hiçbir yerden gelmemiş bir şey karşısında bulduğunda, korkar ve sendeler. İşte bu bulduğu, kendi özüdür.
Acımasız Dostla İkili Söyleşi
Söyleyeceğim şu ki, izlenimlerinin gücünü bilen, her gününün her ayrıntısını, sanki o gün yaşamının son günüymüşçesine algılayan bir insan, aslında –sanıyorum bunu başkaca türlü söylemek olanaksız– salt abartmalardan oluşan, başlıca amacı bir yaşamı kuran ne varsa tümünü belirginleştirmek, çarpıcı ve somut kılmak olan bir insan, evet, böyle bir insan, bir güncenin yardımıyla kendi kendini yatıştırmasaydı, hiç kuşkusuz patlar ya da başkaca bir biçimde paramparça olurdu.
Heyecanlar bulaşıcıdır ve işin normali, insanların içeriği yalnızca en yakınlarının heyecanlarıyla sınırlı kalmayan, kendilerine özgü yaşamlarının bulunmasıdır; böyle olmadığı takdirde başkalarının heyecanları içerisinde boğulup giderler.
Gerçekten her şeyi bilmek isteyen için en iyi kaynak, kendisidir. Ama bunu yapmak istiyorsa eğer, kendini esirgememeli ve kendine karşı sanki bir başkasıymışçasına, yani yumuşak değil, tersine daha sert davranmalıdır.
Herkes, tek tek herkes dünyanın bir odak noktasıdır ve dünya, böyle odak noktalarıyla dolu olduğu içindir ki değerlidir. Herkesin, bir odak noktası olmakta kendisinden aşağı kalmayan sayısız başkalarıyla birlikte odak noktası olması, insan sözcüğünün de anlamını oluşturur.
Konuşmalarıyla Konfüçyüs
Önemli olan, çabuk verilen yanıtın çarpıcılığı değil, sorumluluğunu arayan sözün derinlik kazanmasıdır.
Önemli olan, insanın şunu ya da bunu yapabilmesi değil, tek tek yapabildiklerinin tümüyle bir insan olabilmesidir.
__________________________________
(*) Elias Canetti, Sözcüklerin Bilinci, Çev. Ahmet Cemal, Payel, 2001.
Yazının yayınlanmasında gösterdiği incelikten ötürü değerli dostum Gökhan Özcan'a teşekkür ederim.
Yazının yayınlanmasında gösterdiği incelikten ötürü değerli dostum Gökhan Özcan'a teşekkür ederim.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder