Contrepoints
Avrupa'daki eski rejimlerde, hanedanın bekâsına ithafen kralın ölümünün ardından "Kral öldü, yaşasın Kral" diye bağırmak bir adetti. Kral, tüm yaşamı boyunca, bir kişiden ziyade bir işleyişin tecessümüydü.
Günümüzdeyse Krallar artık ölmemekte, tahttan feragat etmektedirler: 2013'te Belçika Kralı II. Albert ve Hollanda Kraliçesi Beatrix'in ardından İspanya Kralı da yeni bir teamül oluşturmadı. Muhtemelen, halefinin çizdiği alelade görüntü yüzünden, sadece İngiltere Kraliçesi bu görevden ayrılma eğilimine karşı direndi. Bu gönüllü emekliye ayrılmalar, diğer bir deyişle nitelikli biçimde tahttan el çekme, -daha ziyade küçümseyici manada- bir tabir olup monarşik işleyişi bencilleştirmekte ve de bireyselleştirmektedir.
Bu çağdaş sorgulamadan, yaygın demokrasi koşulu altında ya da bütçe kısıntısı ile ilgili araştırmalar bazında, bazıları monarşinin devam etmekte olduğu yerlerde ilga edilmesini talep etmektedirler. Bu ilga taraftarları Avrupa monarklarının küresel sonuçlarının olumlu olması sebebiyle haksızdırlar. Bütün Krallar, güçleri yettiği ölçüde sırf varlıklarıyla bile demokrasileri ve milletlerini kurtarmışlardır. İspanya Kralı Juan Carlos'un 1981'de yapılan bir darbeye karşı çıkarak İspanyol demokrasisini kurtardığı ve iç savaşı önlediği yadsınamazdır. Tek başına bu eylemi dahi hükümdarlığını meşrulaştırmaya yeterlidir. Yine aynı şekilde geçmişte, Hollanda Kraliçesi Wilhelmine'in II. Dünya Savaşı sırasında Nazi-karşıtı müttefiklerle kurduğu birlik de Hollanda monarşisini meşrulaştırmaya yetmişti. Peki kralı olmayan bir Belçika, bünyesindeki dil tenakuzlarına nasıl mukavemet gösterebildi?
Fransa'da, General Gaulle 1940'taki Nazi işgaline karşı bir direnç tecessüm ettirecek kralın yokluğundan pişmanlık duymuştur. Kralın hatasında general görevden alınır. 1959'da Cumhurbaşkanı olarak göreve geldiğinde, savaş döneminde milleti yeniden ortaya koymak için monarşinin baştan yapılandırılmasını öngördü. Bourbon ve Orleans ailesinin adayları ona yetersiz gözüküyordu. Bunun üzerine monarşik cumhuriyeti getirerek 7 yıllığına bakan seçildi.
Ancak Fransa'da, İspanya'da ya da başka bir yerdeki Devlet Başkanı, kralın yerine getirdiği işlerin muadilini asla yapamaz. Çünkü demokratik sistemler partizan laf oyunları ya da mutlakiyet teşebbüsleri ile kısa döneme sıkışırlar. Demokraside son noktaya şurada ulaşıyoruz: Bir seçimden diğerine, seçimlerin sonucundan sorumlu olmayan bir yönetici için uzun dönemli politikalara girişmek zordur. Diğer bir zorluk, seçimlerdeki genel oy hakkı yöneticilere bazen güç hissiyatı verir. Çünkü onların ötesinde, hiç kimse mutlakiyet arzusunu kısıtlamaz. Fransız örneğinde gücün kötüye kullanımının Başkanlar için bir norm haline geldiği görülüyor. Ancak bir Kral olursa, onun varlığından dolayı Başkan, mutlakiyetçi demokrasinin ortaya çıkmasından kaçınır.
Geçmişte monarşi zorunluydu, bugünse monark haline gelenler Cumhurbaşkanlarıdır. Avrupa dışında cereyan etmiş tarihsel bir değişim: Mesela Arap dünyasında seçimle başa gelen Başkanlar geleneksel monarklardan daha otokratik hale gelmişlerdir. Büyük Cumhuriyetler arasında, sadece Amerika Birleşik Devletleri kutsanmış anayasaları sayesinde seçimle gelen Başkanların despotikleşmesini yasaklama konusunda mutabakata varabilmişlerdir. Ancak Avrupa'da anayasalar kağıt parçalarından başka bir şey değillerdir. Fransız filozof Alain ve İngiliz Lord Acton'a göre, eski Avrupa'mızda, ne geleneksel Amerikan anayasası teamülümüz ne de "gücün ifsad etmesini"nin önüne geçecek bir Yüksek Mahkeme'nin muadili vardır. Çözümün tamamı şu şekildedir: "Güç ifsad eder, mutlak güç mutlaka ifsad eder." Bu yüzden, ne zaman demokratik bir milletin anayasal monarşiyi miras bırakma ve devam ettirme imkanı olursa, bunu kullanması gerekir: Monark genelde hiçbir şey yapmaz, yine de her şeydir. Madrid'de 1981'de cereyan eden darbe girişimi gibi olağanüstü durumlarda Kral ortaya çıkar ve demokrasiyi korumak, milletin birliğini sağlamak, gerektiğinde mutlakiyetçi girişimleri ve demokrasideki gizli tehditleri önlemek için Kral'dan başkası tarafından yapılamayacak icraatı yapar.
Son bir paradoks ile bitiriyoruz: monark daha az faal olup sembolik ancak önemli törenlere daha çok iştirak ettikçe, kriz anlarındaki zaruriyetini daha çok belli eder. 25 yüzyıl önce Lao Tzu adındaki Çinli bir filozof monarkın atıllığının gerekliliğini şöyle açıklamıştı: "İyi bir hükümdarın adı sanı meçhuldur."
Fransızcadan çeviren: M. E. Büyük, Haute Ecole Libre Mosane – Belçika
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder