Guy Debord, Directive n°1: "Dépassement de l’Art", Tuval Üzerine Yağlıboya, 17 Haziran 1963
Ayrışmanın Eleştirisi (Critique de la Séparation)
Ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz... Sözcüklerin sıralaması tekrar edilir; el kol hareketleri tanınır. Bizim dışımızda. Tabii ki bazı yöntemler öğrenilir, bazı sonuçlar doğrulanır. Çoğunlukla zevklidir, ama istediğimiz bir sürü şeye ulaşamayız ya da yalnızca kısmen, hayal ettiğimiz gibi değil.
Nasıl bir iletişim arzuluyoruz veya deneyimliyoruz ya da sadece taklit ediyoruz? Hangi gerçek tasarı kaybedildi?
Sinemasal gösterinin kendi kuralları vardır, memnun edici ürünler üretmek için güvenilir yöntemler. Fakat temel olarak ele alınması gereken gerçeklik, tatminsizliktir. Sinemanın işlevi, kurgusal veya belgesel, var olmayan bir iletişim ve etkinlik yerine yanlış ve izole edilmiş bir tutarlılık sunmaktır. Belgesel sinemanın gizemini çözmek için onun "ana konu"sunu çözümlemek gerekir. Bir filmde, görüntülerle açıklanmayan bir ifadenin tekrarlanması gerekliliği önemli bir kuraldır, yoksa izleyiciler onu kaçırabilir. Bu, doğru olabilir. Fakat aynı iletişimsizlik günlük rastlantılarda devamlı yaşanır.
Bir şeyler belirginleştirilmelidir, ama yeterli zaman yoktur ve anlaşıldığınızdan emin olamazsınız. Siz gerekeni söylemeden veya yapmadan önce diğer kişi çoktan gitmiş olur.
Çağımız güçleri biriktirir ve kendisini rasyonel sanır, fakat kimse bu güçleri kendisine ait görmez. Yetişkinliğe geçiş imkansız. Olan tek şey, bu uzun süren huzursuzluğun bazen sonuç olarak alışılagelen bir uykuya dönüşmesidir. Çünkü herkes koruma altında tutulmak ister. Mesele, bazı insanların diğerlerinden daha çok veya daha az yetersiz koşullarda yaşaması değil; aslında hepimizin, denetimimizde olmayan biçimlerde yaşamamızdır.
Aynı zamanda, dünya bize şeylerin nasıl değiştiğini öğretir. Hiçbir şey aynı kalmaz. Dünya her gün biraz daha hızlı değişir ve hiç şüphem yok ki kendilerini günbegün yeniden üretenler onu kendilerine uydurabilirler. Tek serüven, diyelim ki, merkezinde böyle yaşamak olan bütünle mücadele etmektir; gücümüzü deneyebiliriz; ama, asla kullanamayız. Hiçbir serüven doğrudan bizim için yaratılmaz. Bize sunulan serüvenler, sinema ya da başka yollarla iletilen söylenceler yığınının bir parçasını oluşturur; tarihin gösterişli yapmacıklığının parçasını.
Çevre, toplu olarak egemen olunana kadar gerçek bireyler var olamaz — sadece, kendilerine anarşik olarak sunulan nesnelere dadanan hortlaklar. Rastlantı durumlarında, birbirinden ayrı, rastgele hareket eden insanlarla karşılaşırız. Birbirinden farklı duyguları birbirlerini etkisizleştirir ve katı sıkıntı ortamını güçlendirir.
Unutulamayanlar rüyalarda yeniden ortaya çıkar. Böyle bir rüyanın sonunda, yarı uykuluyken, olaylar kısa bir süre daha gerçek sanılır. Sonra verdikleri tepkiler belirginleşmeye başlar, daha açık, daha makul; pek çok sabah olduğu gibi... Sonra da tamamen yanlış olduğunun farkına varılır. "Sadece rüyaydı." denir, yeni gerçekliklerin aldatıcı olduğu ve onlara dönülemeyeceği anlaşılır. Hiçbir şeye tutunamazsınız. Bu rüyalar, azmedilememiş geçmişin parlamalarıdır; karmaşa ve şüphe içinde yaşanmış zamanları aydınlatan parlamalar, gerçekleştirilmemiş gereksinimlerimizin körelmiş bir ifşasıdırlar.
Bireysel varoluşumuzda meydana gelen olaylar, bizi gerçekten ilgilendiren ve katılımımızı gerektiren olaylar genellikle kayıtsızlığımızdan başka bir şey hak etmezler.
—
Paragraf notları, kısa filmdendir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder