Bu
röportaj 31 Ekim 1975 tarihinde Paris’te Antenne-2 kanalında Dix de Der
programında kaydedilmiş olup, Pier Paolo Pasolini’nin 1 Kasım 1975’te saldırıya
uğramasından önce yapılmış son televizyon röportajıdır.
Son
filminiz (Salo) gösterime girdiğinde
bizi yine bir skandal mı bekliyor?
Hayır. İnsanların kanını
dondurmak doğru olanı, skandal olmak büyük bir zevk. Skandal olmanın zevkini
reddeden kişi, bildiğiniz üzere bir ahlâkçıdır.
Cinsellik,
politik mi?
Doğal olarak.
Skatoloji?
O da. Politik olmayan
hiçbir şey yoktur.
Yamyamlık?
Bazı yerlerde, politik
ve gerçek bir olgu. Diğer yerlerdeyse, politik bir metafor.
Bu,
politik düşmanlarınızdan kurtulmak için en iyi yol mu?
Bakın, bugünlerde Swift gibi iki dürüst öneride
bulunmuştum: İlkokul öğretmenlerini ve İtalyan Televizyon yöneticilerini
parçalayarak yemek.
Çok
sert değil mi?
Sağlam midemiz var.
Burjuva
ve Burjuvaziye hep aynı kininiz mi var?
Bu kin değil, daha çok
hem artan hem de azalan bir şey. Ne yazık ki, bu noktada kine karşı çıkıyorum,
çünkü İtalya’da herkes burjuva oldu.
Peki,
burjuvalar filmlerinizden birinin başarısını geçerse, bu sizi üzer mi?
Burjuvalar asla böyle
bir şeyi yapamaz. Bunu yapsa yapsa elit burjuvalar yapar ki ben, kendim,
onların içindeyim.
Neden
savaşmıyorsunuz?
Hangi anlamda?
Artık
bir politik savaşçı değilsiniz.
Hiç olmadığı kadar
politik savaşın içindeyim. Bu zamana kadar hiçbir partiye üye olmadım. Ben
bağımsız bir Marksistim. Savaşmaya devam ediyorum.
İnsanların
size sokakta küfrettiği dönemleri arıyor musunuz?
Hâlâ küfrediyorlar ki.
Bu
size zevk mi veriyor?
Küfrü geri
çevirmiyorum, çünkü ben bir ahlâkçı değilim.
Siz
hangisini tercih ediyorsunuz? Şair mi? Romancı mı? Senarist mi? Oyuncu mu?
Eleştirmen mi? Yönetmen mi?
Pasaportumda “yazar”
yazıyor.
Böylesine
bir gizemden, “Sodom’un 120 günü”nden
neden her yerde bahsettiniz?
Bütün eserler gizemle
doğmalı. Salo’yu diğer filmlerimden daha çok savundum, çünkü onda yakın, ansız
tehlikeler vardı.
Ansız
tehlikeler demekle neyi kast ediyorsunuz?
Skandal olma zevkini
reddeden bir ahlâkçının saldırısını.
Savaş
sırasında İtalya’da kurulmuş bir cumhuriyet modeli kurdunuz. Salo, Fransa’da
işgal sırasındaki Vichy Rejimi’ni andırmıyor mu biraz?
Evet, kesinlikle Vichy
ile aynı.
Bu
yer nerede tam olarak?
İtalya’nın kuzeyinde,
başkenti Salo. Filmin adı da buradan geliyor.
Kim
kurdu peki?
Sanırım, Naziler
tarafından püskürtülen Mussollini.
Gerileme
Dönemi’nde olduğunu mu söylüyorsunuz?
Büyük Batı Kapitalizmi
Dönemi’ndeki gerileme değil, Hitler zamanındaki gerileme.
Filmde
yüzlerce genç erkek ve kadın oyuncunun korkunç ve şiddetli muameleye maruz
kaldığını, hakaretlere ve işkencelere boyun eğdiğini biliyoruz. Bu gençleri
nasıl bir araya topladınız?
Bunu yaparken Marquis
de Sade’ın sihirli rakamlarını izledim, 4 rakamı gibi. Kurbanlar toplamda yirmi
kadardı, yüz değil. Onları seçerken diğer filmlerimde yaptığımı yaptım. Yüzlerce
insanla tanıştım ve sadece uygun olanları seçtim.
Bunlar
mazoşist oyuncular mı?
Seçtiğime göre, hepsi
birer mazoşist.
1
Kasım 1975. Pier Paolo Pasolini’nin ölümünden birkaç saat önce Salo üzerine
konuşması:
Circeo
cinayetinden önce Salo Cumhuriyeti üzerine film çektiniz…
Evet, görmek için sabırsızlanıyorum. Filmimi ilk
başta olabildiğince korkunç bir sezgi, sonraysa düşündüğümüz olguların huzuru
ve uyumu olarak düşündüm. Hâlâ üzerine çalışıyorum, sinema biraz da tekniktir,
sahne sahne, plan plan. Bu çalışma büyük bir alışmışlık, zamanları
ferahlatıyor, sizleri detaylarda düşündürüyor, şuanda montaj aşamasındayız.
İzlendikten sonra sonucu görürüz. Sonuç aynı zamanda benim yaptığım ve
istediğim bir şey. Ama ilk kez izlemeden önce birkaç şey daha var. Huzursuzum
ve korkuyorum.
2
Kasım 1975 sabahı Pasoli’nin hırpalanmış cesedi, Roma’nın dışında Ostia tatil
sitesinin yakınlarında ıssız bir arazide bulundu.
Fransızcadan çeviren:
Ali Hasar
Pasolini'nin eşcinsel, ateist ve komünist bir yönetmen olması, İtalya iktidarı ile tenafürleşmesi için yeterli bir sebepti sanırım.
YanıtlaSilÇocukluğunda annesinden uzun bir süre ayrı kalması, babasından ölümüne nefret etmesi, Oedipus Rex ve Salo 'da bariz tezahür ediyor.
Filmlerinin pornografiye eş değer tutulması ise, Lars von Trier'in de maruz kaldığı bir hal-i pür melal. Ancak Pasolini de Trier gibi hakikati haiz olan bir teşhire izin vermektedir. Pornografiyi arayan her gün şehvetle yayınlanan haber kanallarını izleyebilir.
Dikkatli okurlar için değerli bir röportaj yazısı..
Çeviri için hususi teşekkürler Ali hocam...
Cok tskler
YanıtlaSil